Hem çevreyi, hem insanları seyrederek; başlama noktasına kadar geldim. Diğer arkadaşlarımdan kimseleri göremiyordum.
Karlar eser kavurur,
Ortalığı savurur,
Girilmiyor yanına,
Bu ne kibir, ne gurur?
Kadın erkek ibadet etmek niyetiyle yollara dökülmüş ama harama düşmekten kurtaramıyor… “Kaş yapıyorum derken göz çıkarmak” buna mı diyorlar, diye aklıma gelmiyor değil.
Hem çevreyi, hem insanları seyrederek; başlama noktasına kadar geldim. Diğer arkadaşlarımdan kimseleri göremiyordum. Belli ki işlerine odaklanmışlar.
İlk rastladıklarıma selâm verdim, gecelerini tebrik ettim ve ilmihâli gösterdim. Kütüphanelerine koyabilecekleri “eşsiz bir müracaat kitabı, emsalsiz bir hazine, vazgeçilmez kaynak eser" olduğunu anlatmaya çalıştım dilim döndüğünce. Adamlar dönüp yüzüme bile bakmadan hızla uzaklaştılar. Sanki marazlı birisiymişim gibi bir hâl ve tavır takındılar.
“En iyisi açık iş yerlerine gireyim” dedim, öyle de yaptım.
Önce hac malzemesi satan bir iş yerine uğradım. “Size bir kaynak kitabı getirdim efendim” dedim kibarca. Ne bileyim aklıma öyle geldi. Adam elimdeki eserleri görünce, rafta set hâlinde dizilmiş kırmızı ciltli lüks kitapları gösterdi; “Biz de bu şaheserleri pazarlıyoruz. Gel, ben de sana satayım” dedi. Baktım olmayacak teşekkür ettim, ayrılırken; “Bu akşam işim zor” diye geçirdim içimden. Yanı başındaki; tülbent, toka, iğne, iplik satan bir yere girdim. Elimdekileri gören adam hiç ağzımı açtırmadı: “Bende var kardeşim” deyip yanındakiyle sohbete daldı. Beni adamdan bile saymadı veya bana öyle geldi.
Açık olan bütün iş yerlerine giriyor, kitabın her eve lazım olduğunu söylerken gösterdikleri tepkiye bir mânâ veremiyordum.
Uzaktır bize çarşı,
Çarşı pazara karşı,
Harbe hazırlık için,
Dinlenir mehter marşı.
Saatime baktım, epey zaman geçmişti. Ben hâlâ bir kitap satamamış veya birine hediye edememiştim. Önce, kahve sandığım bir yer dikkatimi çekti. “Kalabalık, buraya gireyim” dedim, insanların karşılıklı konuştuğu bir terzi dükkânı önümde, hemen o tarafa yöneldim. Selâm verdim, mübârek Kadir gecelerini tebrik ettikten sonra aynı nezaketle kitabımı gösterdim. Fazla bir şey anlatmamıştım, gençlerden biri almak istediğini söyledi, yanıma yaklaştı. Çok sevinmiştim. “İşte bir nasipli” demeye hazırlanıyordum ki, bir başkası telaşla ileri atıldı, eline aldığı kitabın parasını vermeye çalışan gencin kolundan tuttuğu gibi “Sakın öyle bir hata yapma!” deyip süratle geri çekti. Adam da şaşırmıştı, ben de… Sadece; “Bunun yazarı albay değil mi? Herkes işini yapsın! Asker ne anlar dinden!” dedi, beni itekleyerek dışarı çıkarırken kibarca:
- İtekleme kardeşim! Bu mübârek gecede kalbimi kırıyorsun! Hata ettiysek, kusurumuz varsa söyle özür dileyeyim, düzelteyim! İnsan elbette ki dünyalık maişetini karşılamak için bir meslek sahibi olur, olması da lazım! İmâm-ı Azam hazretleri de tüccardı. Ona “tüccar ne anlar dinden” denir mi hiç?
- Bak bir de konuşuyor işportacı!
- İşportacılık aşağılık, kötü bir şey değil ki!
- Hadi hadi! Fazla konuşma! Çok bilmiş!
- !!!
DEVAMI YARIN
Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...