"Keşke bu film her gün oynasa da bir nebze aklımız başımıza gelse" 

A -
A +

Bişr-i Hafi filmimiz malum hastalığın kötülüğünü anlatıyordu. Çok alkol tüketilen yerde tepkiler geleceğini tahmin ederken, yanıldığımızı gördüm.

 

 

 

Hele Bişr-i Hafi filmi için söylenenlere çok taaccüp etmiştim.

 

Maalesef Rusya’dan hürriyetlerini kazanan Türk cumhuriyetlerinin en büyük zaaflarından biri; aşırı alkol tüketimiydi. İlk gördüğümde pek şaşırmıştım. Sokak aralarında bizim seyyar satıcılar nasıl meyve sebze satıyorlarsa, onlarınkiler de şişe şişe ismini pek bilmediğim alkollü içkiler pazarlıyorlardı...

 

Bişr-i Hafi filmimiz de bu malum hastalığın kötülüğünü anlatıyordu. Bu kadar alkol tüketilen yerde çok tepki geleceğini tahmin ederken, yanıldığımızı gördüm. Nice gözü yaşlı ihtiyar nineler, dedeler, analar, babalar;

 

"Keşke bu film her gün oynasa da bir nebze aklımız başımıza gelse" diyorlardı.

 

Haydar Aliyev'in kız kardeşinin kocası, sanayi bakanıydı. Bu organizasyonla çok alâkadar oldu. Ona sordum:

 

- Malumunuz, memleketinizde su gibi alkol tüketimi var.

 

- Sorma en büyük derdimiz!

 

- Bu filmimiz de üzerine basa basa bunun hem maddi, hem de manevi olarak yanlış olduğunu anlatıyor. İnsanın hatâsını, açıkça yüzüne söylemek hoşuna gitmez. Siz bu filmi nasıl buldunuz? Merak ediyorum, samimi görüşlerinizi öğrenmek istiyorum.

 

- Ragıp Efendi, memleketimizin bu hâline bir bakan, bir baba, bir Azerbaycanlı olarak pek üzülüyorum.

 

- Evet, haklısınız.

 

- Biz de, halkımız da bu illetten kurtulmak istiyoruz, lakin kimse nefsiyle mücadeleye girmiyor.

 

- Alışmak kolay, bırakmak zor galiba!

 

- Aynen buyurduğunuz gibi. Fena bir illetmiş meğerse. Gücüm, kuvvetim yetse ve imkânım olsa Azerbaycan’da her eve bir video alır, bu filmi de çoğaltır, bedava dağıtırdım. Herkes boy aynasında kendini daha rahat seyreder, mutlaka aklını başına toplayanlar çıkardı. Buna bütün kalbimle inanıyorum.

 

- !!!

 

İyi niyet temennileriyle o mevzuyu kapattık.

 

Azerbaycan halkı bizim Kuzeydoğu Anadolu insanına çok benziyordu. Son derece misafirperver, hürmetkâr ve muhabbetliydiler. Türkiye’ye ve Türk insanına karşı yapmayacakları fedakârlık yok gibiydi. Bizi davet için yarıştaydılar sanki. Günde üç öğün yemek yerine, beş öğün yemeğe başladık. Herkes bir şeyler ikram etmek istiyordu. Onları kırmamak için bütün davetlerine “peki" diyorduk tabii. Öyle bir hâl aldı ki, kameraman Çetin Tunca, yemek ve davet duyunca “ben yokum" deyip kestirip atıyordu.

 

Bu faaliyet boyunca bizi en iyi yerlerde yatırdılar, yedirdiler içirdiler, ellerinden gelen her iyiliği cömertçe ve samimice yaptılar. Beş kuruş masraf ettirmediler. Hattâ bir türbe ziyaretine gitmiştik, oradaki dilenciye bir şeyler vermek istediğimi gören Rasim Baleyev, benden önce yetişti, adıma para vererek o garibanı sevindirdi. Bu hareketine hayran kalmıştım.

 

Dört kişilik bir ekibin yurt dışı seyahati ve organizasyon için bana verilen birkaç bin dolar yolluğun; havaalanında 125 dolarıyla aldığım hediyelerin dışındakini, dönüşte muhasebeye teslim ederek çok duâ almıştım.

 

Bütün bu görüşmeleri, gezi ve incelemeleri, yapılan konuşmaları da profesyonel kamerayla çektik. "CAN AZERBAYCAN" diye bir belgesel hazırladık.

 

DEVAMI YARIN

 

 

 

Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.