Mektebe yakın bir yerde indirildik...

A -
A +

"Demek ki üç senelik talebelik hayatım burada ve bu şartlarda geçecek…”

 

 

 

Mola çabuk bitti. “Erzurum’dan gelip Trabzon istikametine gitmekte olan Dadaş Turizm işletmesinin sayın yolcuları, otobüsünüz hareket etmek üzeredir lütfen yerlerinize geçiniz” anonsuyla da yeniden yerlerimizi aldık. Pek kısa zamanda da mektebe yakın bir yerde indirildik. Çeşitli düşüncelerle valizimi aldım. Topu topu dört beş çocuk birbirimize destek olarak “Mektep şurası” denilen devasa binalara doğru harekete geçtik. Burnumuzu taşlı topraklı sokaklardan kaldırmadan, bozuk kaldırımlara ve oradan da asfalta çıkıp yürüdük.

 

Şu talihim ne yaman,

 

Aman Allah’ım aman!

 

İyilik eden azdır,

 

Belli ki ahir zaman!

 

İlk defa kalacağımız yatakhanenin önünde isimlerimiz tek tek soruldu listeler yapıldı oda ve ranza numaralarımız verildi. “Üç senelik talebelik hayatım burada ve bu şartlarda geçecek…” deyip karanlığın üzerine uzatılmış bir lacivert tavan gibi duran gökyüzüne baktım. Dünyadaki insanların acaba kaç binde biri şu anda başını benim gibi yukarı kaldırmış gökyüzüne, aya, yıldızlara bakıyordu? Sema, ay, yıldızlar bizim köyde de hep böyle duruyor, tebessüm ediyordu bütün dünyaya. Bilmem kaç saattir geldiğimiz bu uzak memlekette de gökyüzü aynıydı. Orada da bize gülümsüyordu burada da… Yalnız bana değil herkesi görüyor ve gafletimizin üstüne o tatlı, o müşfik tebessümünü esirgemiyordu, bu gökyüzünün süsü, bayrağımızın da ilham kaynağı olan nur saçan hilâl.

 

Her ne hikmetse bu sefer daha dikkatlice bakıyorum, onun parlak çehresinin üzerinde bir şeyler göreceğimi zannediyorum. Şu dakikada Harşit Çayı kıyılarında bir çay bahçesinde dinlenenleri, uzun kavak dallarında tüneyen kargaları, evine nafaka taşıyan babaları ve herhangi yaylanın otlağında sürülerini kurttan çakaldan koruyup kollamaya çalışan çobanı, çeşme başında su dolduran anaları, gelinleri, kızları aydınlatan hep aynı gümüş ışıktı. Ne kadar masum bir yüzü vardı; harp meydanlarında şu veya bu şekilde düşüp kalanları, kapı önünde bırakılan çöpleri karıştırıp yiyecek bir şeyler arayan kedi ve köpekleri, ormanın kuytu bir köşesinde avını parçalayan sırtlanları gördüğü hâlde güzelliğini ve duruşunu muhafaza edebiliyor, hiç değişmiyor, sarsılmıyordu da.

 

Bizler, öyle miydik?

 

Nerede?

 

Gördüğümüz fenalığın ve rezaletin bir parçasını ruhumuzla taşımaya mahkûm insanlar, onun yanında ne kadar zavallı ve küçük şeylerdik…

 

Gurbette gökyüzüne asılı bir kandil gibi duran ayla konuşmak içimi ferahlandırıyordu. Bak karşıdan dağınık bulutlar geliyor. Çiçek açmış bir erik dalı gibi minimini ve birbirine sokulmuş pamuk parçacıkları hâlinde hepsi de… Biraz sonra daha çok yaklaşarak seninle bir oyuna girişecekler… Bulutları üstümüze doğru sürükleyen rüzgârı görmüyor musunuz ey Ay? Ben görüyorum, süratle geldiğini, bizi de yerimizden alıp uçurmaya başlayacağını sanıyorum. DEVAMI YARIN

 

 

 

Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.