Nasıl bir hissiyat, nasıl bir duygu seli içindeydim anlatamam...

A -
A +

Bu kadar yıl aradan sonra o kapıya vardığımda sevinç ve hüzün bir arada, dünü ve bugünü yan yana görüyorum hep. 

 

 

 

İyilik zarar vermez,

 

Kötülük yarar vermez,

 

Hoca, akıllı insan,

 

Sormadan karar vermez.

 

 

 

Daha nice böyle harikulâde hadiselerin yaşandığı hatıralar sayılmayacak kadar çok.

 

Şahsiyetimin olgunlaşıp geliştiği, sevmeyi, saymayı, edebi, adabı, paylaşmayı, hayatı öğrendiğim size farklı, bana daha muhteşem gibi gelen otuz senelik film hayatımın en müjdeli haberlerini duyarak mest oluyordum.

 

Bu kadar yıl aradan sonra o kapıya vardığımda sevinç ve hüzün bir arada, dünü ve bugünü yan yana görüyorum hep. Ruhum rahat, aksine kalbim; yerinden fırlayacakmış gibi, ben bastırdıkça o çıkmak için can atıyordu.

 

Nasıl bir hissiyat, nasıl bir duygu seli içindeydim anlatamam. Kasetler, filmler, kitap ve mecmualar, stüdyolar, Yeşilçam sokakları, kaldırımları renkli mazimizin, hızlı geçmişimizin en canlı şahidiydiler. Seyrettikçe, hayal ettikçe rahmetli olanlar, yaşayanlar ve bütün mazim karşıma geçiyor, seyirci kardeşlerimin kahkahaları, duâları şehir ambiyansına karışıyor, her tarafı kaplayan huzur ve saadet sarmalı arasında yokluğumuz bir gelin gibi süzülüyor başköşede yerini alıyordu.

 

 

 

Seherde uyanır, kurtlar ve kuşlar,

 

Kendi lisanınca, tesbihe başlar,

 

Kıyama durular, ağaçlar taşlar,

 

Hem vefasızlıktan, ar duygusundan,

 

Uyandır Rabbim gaflet uykusundan!

 

 

 

Gök kapısı seher vakti açılır,

 

Uyanık olana rahmet saçılır,

 

Feyze kavuşulur, mânen uçulur,

 

Nimeti kaçırma nar kuşkusundan.

 

Uyandır Rabbim gaflet uykusundan!

 

 

 

HOCA’da günah çok, hepsini affet!

 

Cennet kokusuna kalmasın hasret!

 

Salih insanlarla beraber haşret!

 

Kalmasın gaflette zor korkusundan,

 

Uyandır Rabbim gaflet uykusundan!

 

               ***

 

     BİR MEKTUP

 

En kalbî muhabbetlerimle selâm ediyorum kıymetli Ragıp Bey Kardeşim,

 

Türkiye’den henüz gelmiştiniz. Daha ilk gün bizim gibi olduğunu anlamıştım. Bizden, içimizden biri…

 

Ayakkabıların elbiselerin tam bir renk uyumu içindeydi. Sanatçı olduğumdan bunun ne demek olduğunu en iyi ben bilirim. “Ne insanlar gördüm üstünde elbise yok, ne elbiseler gördüm içinde insan yok… ” demişti Hazreti Mevlâna. Ben de diyorum ki hem elbiseleri hem içindeki kaliteli birini görmekle şereflendim.

 

“Olsun ne ehemmiyeti var sanki bunların?” dediğinizi duyar gibi oluyorum.

 

Altın sarısı kasımpatı gülüşün, parmak izin kadar eşsizdi. Çok zaman sonra Yücel Çakmaklı Beyden öğrendim çok zor şartlarda okuyup buralara geldiğini. Kursağından geçen en lüks kahvaltılığın peynir ekmek olduğunu. Benim anam da peynir, zeytin olmadığında, gerçi ikisi bir arada hiçbir zaman bulunmadı ya, kavut ununa su katıp doyururdu karnımızı. Hayatının en mânâlı, en mühim gününde, yani filmciliğinin ilk gününde diyemezdim sana tabii ki;

 

"Kıymetli kardeşim, yok birbirimizden farkımız!” diye.

 

DEVAMI YARIN

 

 

 

Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.