“Allah’ım bana yardım et! Kuvvet ver! Sabır ihsan eyle!.. Millete de uyanmak, hakkı hak bilip, bâtılı bâtıl bilip itikad etmek nasip eyle!”
Hınçla ve hırsla kapıyı örttü. Bu harekete fena hâlde bozulmuş, fevkalâde de üzülmüştüm.
“Ne biçim yaklaşım Allah’ım?”
“Nasıl bir gözle bakıyor ki bu kadar katı olabiliyor bir insan?”
“Kendi almayabilir, adama niçin mâni oldu?
“Ona ne?”
“Bu nasıl iş?”
“Dindarlık, ilim sahibi olmak kimin tekelinde?”
“Din yalnız imâmlara, hacılara, hocalara mı emredilmiş?”
“Ne demek istiyor?”
“Allah’ım bana yardım et! Kuvvet ver! Sabır ihsan eyle!”
“Millete de uyanmak, hakkı hak bilip, bâtılı bâtıl bilip itikad etmek nasip eyle!”
“!!!”
Diye söylenerek, o beni itekleyene ve bütün insanlara; kurtulmaları, hakiki mümin olmaları için duâlar ederek başka bir iş yerine geçtim. Dokunsalar ağlayacak hâldeydim. Kafam zonkluyordu âdeta… Ne zamandır bir kitap satamadığım gibi insanların garip bakışları, tavırları karşısında ne diyeceğimi, ne yapacağımı şaşırmış, muharebeyi kaybetmiş bir komutan durumundaydım. Pek perişandım ama vazifeme de devam etmeye kararlıydım. Bir bakkaliyenin önünde abdest alan ihtiyar birini gördüm ona yöneldim.
Abdestini tamamlamasını bekledim sabırla. Bitince de selâm verdim.
- Hayırlı geceler efendim.
- Hayırlı geceler evlat.
- Leyle-i Kadriniz mübârek olsun Hacı dayı!
- Bilmukabele, sizin de evlat.
- Hacı dayı neredeyse bir iki saat oldu, sizin gibi esnafı dolaşıyorum! Elimdeki kitabı tanıtmak istiyordum, kimse beni konuşturmadı. Kovmaktan beter ettiler…
- İnsanlık ölmüş be evlat! Kimse kimseye itimad edemiyor.
- He ya! Ne hâllere getirilmişiz de haberimiz yokmuş!
- Ver bakayım, neymiş o?
- Buyurun efendim.
Biraz ümitlenmiştim ki, o da başladı:
- Derhâl burayı terk et!
- !!!
Beynimden bu kaçıncı vurulmaktı? Kaçıncı donup kalmaktı?
“Bende bir bozukluk var galiba!” diye geçirdim, nefesim de tâkatim de hepten kesilmişti. Duyulmaz, görünmez kaynar sular tepemden aşağı dökülüyor sandım. Ter içinde kalmıştım. Sağımda, solumda hışırtılarla bir şeyler çökmekte, eskimekte, yıpranmakta ama izahını yapamıyordum o şeyin.
Gece, pek mübârek gece, kısa zaman içinde dinlediklerim, yaşadıklarım bir ömre bedel işkence gibi gelmişti. Sabrımın zirve yaptığı harikulâde bir imtihanda hissediyordum kendimi. Durulacak, dinlenilecek bir gece, uyunacak zaman değildi… "Eşsiz bir fırsat, büyük kazanç zamanı, âhireti kazanma zamanı, gerisi ne ki? Maksat nefsi ayaklar altına almak değil mi? İşte meydan” desem de içimdeki acıları bastıramıyordum.
- Terk etmesine terk edeceğim de hacı dayı; ne oldu da, dükkânına gelmiş, sana sığınmış bir insana; bu en son denebilecek kelimeleri kullanmak mecburiyetinde kaldın. Çok merak ettim.
DEVAMI YARIN
Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...