İki Akdeniz ilimizde iki film şenliği hemen neredeyse aynı tarihlerde başlamıştı. Antalya Altın Portakal Film Festivali. Adana Altın Koza Film Festivali. Fakat Antalya alıp gitti... Adana zaman zaman inkıtalara uğradı. Bu sene de Adana'da bir şeyler olmuş, ama ne derecede başarıyı yakaladılar bilemiyoruz. Belediyecilikte Adana'mızda müthiş işlere imza atan Aytaç Durak, herhalde kitap, kültür, sanat, sinema gibi faaliyetler eğilmek için vakti yetmedi veya bu alanda organizasyon arzu edilen gibi olmadı. Yoksa sayın Durak, bir seçici insan. Böyle olduğu halde bu şehrimizde yaşanan bir festival, bırakınız evrenselliği, bize kadar bile ulaşamadı. Ümidimiz o ki Başkan, bilinen titizliğiyle meseleye el koyacak ve Adana layık olana kavuşacaktır. Antalya'ya gelince... Antalya Altın Portakal Film Festivali, kesintisiz olarak 44'üncüsünü yaşamakta. İlaveten 3 yıldan bu yana "Eurasia" film festivali de düzenleniyor. Bir markayı, "Antalya Altın Portakal Film Festivali" ismini dünyanın zihnine nakşetmek varken dışa açılmak, veya yerli-yabancı tasnifi adına Eurasia diye ikinci bir faaliyete lüzum var mıydı? Herhalde birincisiyle yola devam etmek, dikkatleri dağıtmamak için iyi olurdu. Şayet yanlış düşünüyorsak bu fikrin bize doğru anlatılmamasından, belki hiç anlatılmamış olmasından ileri gelmekte. Buna rağmen ikinci festival tali konudur. Aslolan, gözde olan Altın Portakal Film Festivali. Festivale ilgi büyük. Dikkat ettik her yaştan insan ilgili... Bir vakitler, '60'lı yıllar, Türk Sineması'nın Yeşilçam Çağı'ydı. Bu çağ, sinemamızın ilk varolma mücadelesidir. Aile sineması dönemidir. Aile, torundan nineye kadar sinemaya giderdi. Bu bir halk eğlencesiydi. Sinema önemli bir sosyal göstergeydi. '70'lerde Sinemaya ahlaksızlık musallat oldu. Aile, sinemadan kaçtı. Bir çeyrek asrımız sinemasız geçti. Hani sıkça vurgu yaparız. "20. Asır kayıp yüzyılımızdır" diye, bu kayıp sinemaya varıncaya kadar her alanda. Gençlerden başlayarak insanlar, '90'larda tekrar sinemaya gider oldular. Yeni yönetmenler, dünyayı incelediler, sinemayı bir olay olarak cemiyete taşıdılar. Züğürt Ağa, Eşkıya, Propaganda, Kurtlar Vadisi, Vizontele,son olarak Beynelmilel gibi filmler, Kuruluş, Deli Yürek, Hatırla Sevgili gibi diziler... öne çıktı.. Bugün Oscar'a aday filmlerimiz var. Oscar alması mühim değil. Aday olabilmek dahi başlı başına bir başarı. Nobel'den sonra Oscar kimi sevindirmez? Varılan yamaçta sorulması gereken soru şudur..Sinemamız ideal noktada mı? Hayır hâlâ aileye hitap etmiyor. Televizyondan sinemaya, tiyatroya kadar bütün Türk seyir sanatında tek ölçü vardır, aile fertlerinin birbirinden utanmadan seyredebilmesini temin. Bunun gerçekleşmesi halinde seyirci 10 kat artacaktır. Festivalde görüyoruz. Batılı filmlerde müstehcenlik ve argo var diye bizde de aynen uygulanıyor, mesela "Yaşamın Kıyısında". Bu yanlış, hatta berbat seviyede yanlış. Onlarda Yahudi propagandası İslam düşmanlığı da var, A mıghty Hert. Bugün Yeşilçam bir nostaljidir, eski İstanbul mekânları ve temiz Türkçe için seyredilmekte. Yeni sinemamız Oscar'a aday olma noktasına gelmiştir. Peki yüzde yüz yerli Türk Sineması doğmuş mudur? Hayır!.. Aydınımız henüz yerli değil. Dünkü kadar yabancı olmasa da yüzde yüz yerli de değil. Aydınımızın her alanda yerli, yerli değerlere sahip olup yerel kalmamak gibi bir mecburiyeti var...