Son bir buçuk asrımız, padişahlık, reis-i cumhurluk, demokrasi, laiklik, kuvvetler ayrılığı... gibi kavramlara kutsallıkların yüklendiği zamanlar oldu. Oysa aslolan insanın refah, hürriyet, saadet ve geliridir. Japonya imparatorluk, İsveç krallık, Kanada genel valilik...Cibuti, Endonezya, Moğolistan'sa cumhuriyet. Türkiye'de parlamenter hayat, Sultan II. Abdülhamid zamanında başladı. Şu ân bizde parlamenter sistem yok. Paralamenter sistem olması için senatonun mevcudiyeti gerekir. Ancak, Sultan bir zaman sonra kanunu esasiyi/anayasayı askıya alarak açılışını bizzat yaptığı parlamentoyu feshetmek mecburiyetinde kaldı. Şayet, o gün bu radikal tasarruf yapılmasaydı devlet, 50 sene evvel dağılmış olabilirdi. Başta bazı gayrı müslim azınlık temsilcileri olmak üzere bir çok meb'us/vekil ve ayân/senatör bölücülük yapıyordu. Abdülhamid, meşruti hükümdardır. Halefi Sultan V. Mehmed Reşad da meşruti hükümdar. Şu var ki bu Padişah, tam bir demokratik sembolizasyona maruz kalmıştır. İttihad ve Terakki ve dış güçler işbirliği Abdülhamid'e parlamentoyu yeniden açtırıp II. Meşrutiyet dönemini başlattıktan bir sene sonra 31 Mart ihanetiyle O'nu iş başından uzaklaştırdılar. Başa Sultan Reşad getirildi. Gerçekte bu bir darbeydi. İdari salahiyet bakımından Cumhuriyet devrinde Fahri Korutürk, hangi nüfuza sahipse Sultan Reşad da o kadarına sahipti. Sembol devlet reisi için bu iki devirde verilecek örnek iki isim bunlar olsa gerek. Sultan Reşad, ittihadçı ceberrutların getirdikleri evrakları meşhur ifadesiyle "memnun oldum, mahsus oldum" diyerek imzalamaktan başka bir şey yapamamıştır. Anayasa yetkilerini sıfırladığından eli mahkûmdur. Esasta mahzun olmaktadır. I. Dünya Harbini bile ilanından sonra haber verdiler. O halde makbul olan şekil, deyim, isim, rejim, değil, neticedir. İttihadçı masonlar, dışarıdan destek alarak zorla II. Meşrutiyeti ilân ettirmeselerdi, Muhtemeldir ki Balkan, I Dünya, Çanakkale ve Sarıkamış muharebelerini yaşamayacak, bugün en azından coğrafyamız, müesseselerimiz çok daha akılcı ölçülerde olacaktı. Şimdilerde sivil ve demokrat bir anayasa yapma eşiğindeyken Başkanlık tarzı tartışılmakta. Şu var ki tarihi ve sosyolojik boyutlar ihmal edilerek yapılacak bir tartışma eksik kalacaktır. Hukuk sosyal dünyada yalnız değildir. Peşin hükümden kurtulmak lazım. Soğukkanlı olmak şart. 1923 Türkiyesi, başkanlık sisteminde olacağa benzemekte. İnsan odaklı da düşünmemeli. Kimse kalıcı değil. Bu ülkeye ne ile nasıl ve ne zaman tam refah gelecekse ona engel olmaya kimsenin hakkı yok. Milli geliri 50 Bin dolar olan bir devlette kimse böylesi tartışmalarla zaman kaybetmez. Hiç bir sistem ve rejim orada yaşayan insandan daha kıymetli değildir.