Marmara Stratejik Araştırmalar Vakfı, hususiyetle Türk dünyası ile Türkiye arasındaki münasebetleri daha da geliştirmek için ter döken bir sivil toplum kuruluşumuz. Basın mensubu, iş adamı ve çeşitli mesleklerden 40 kişi, bu vakfın delaletiyle Bakü'deydik. Dünya Azerbaycanlılar II. Kurultayı yapılıyordu. 40 kişi de TBMM'den gelmişti. Kurultay'ın yapıldığı kapalı salon hıncahınç doldu. Hemen her ülkeden Azerbaycanlı oradaydı. Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev'in ihatalı nutkundan sonra Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın layıkıyla yazılmış tebrik mesajı, çok alkış aldı. Yasak savan bir metin değildi. Başbakanımız Türk birliğinden söz ediyordu. Bu söz büyük memnuniyet doğurdu. 18 Mart'ı Azerbaycan'da idrak ettik. O gün, sanki Çanakkale Şehidleriyle Karabağ Şehidleri el eleydi. Evet, farklı mekânlarda ve farklı zamanlarda şehid olmuşlardı. Ancak aynı vatan ve aynı ay-yıldız için can verdiler. Gönülleri aynı, dâvâları birdi. Nitekim salonda Azerbaycan milli marşı okunurken Türkiye Türkleri olarak İstiklal Marşı haricinde bir marşı ilk defa aynı aşkla terennüm ediyorduk. Keza biz, üniversitede gençlere hitap ederken "bayraklarımız" dedikten sonra bir hoş olduk. Hakikaten artık tek bayrağımız yok. Bayraklarımız var. Tek devletimiz yok, devletlerimiz var. Şunu kat'i şekilde bilmeli... Türkiye, Azerbaycan'da çok sevilmekte. Haklı olarak Karabağ meselesinde fevkalade hassaslar. Bir akşam yemeğinde Azeri mebuslarıyla bunu konuştuk. Bazı meraklarını dile getirdiler. Onlara dedik ki: "Asla endişeye kapılmayın, Azerbaycan'ın kabul etmeyeceği, istemediği hiçbir hal tarzını Türkiye devleti de hükümeti de medyası da kabul etmeyecektir." Kıbrıs ihtilafı gibi Karabağ ihtilafı da bizim derdimizdir. Onu da ortadan kaldırmaya mecburuz. Kıbrıs gibi o da ilanihaye sürüp gidemez. Bakü, "payitaht". Lakin İstanbul cümle Türk âleminin payitahtı görülmekte. Ankara ise çözüm üretme merkezi kabul ediliyor. Bakü'nün asla incitilmemesi lazım. Ermeni engelinden sonra Azerbaycan her şeyiyle Türkiye'nin aynen devamı. Türkiye'nin de Azerbaycan'dan istifade edeceği taraflar var. Hayır petrol vs. gibi yer altı kaynaklarını demiyoruz. Zaten onları kardeşçe paylaşmaya hazırlar. Türkçe'yi kasdediyoruz. Ses bayrağımızı Azerbaycan daha bir zengin dalgalandırmakta. Türk dünyasının önünde tek Türkçe meselesi var. Bunun için yapılacak olan İstanbul Türkçe'sinin buralardan takviye edilip işlenmesi sonra da bu Türkçe'nin kabul ve devamıdır. Azerbaycan edebiyatı, mümkündür ki edebiyatımızı tutuşturabilir. Alfabe birliği henüz tam mânâsıyla oturmamış. Farklı harflere çare bulmak lazım. Ters 'e' gibi bazılarını onlar atacak, 'q' gibi bazılarını biz alacağız. Bütün bu fikirler ne kadar hayata geçer? Azerbaycan'a gitmeden evvel MÜSİAD'ın bir mahrem toplantısında Başbakanlık Başdanışmanı Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu'nu dinledik. Herkes bilsin ki Türkiye eski Türkiye değil. Ankara çalışıyor. Kendi hinterlandımıza giren herkes, her topluluk, ve her merkezle onların a'dan z'ye her derdiyle meşgulüz. Yine Azerbaycan'a gitmeden evvel Bosna'nın İstanbul başkonsolosunun bir çayını içtik. Bu sırada konsolos bey bizden yazmamız için bir ricada bulundu. "Türkler ve Türk iş adamları Bosna'ya giderek gayri menkul satın alsınlar. Bir yerde toprağınız varsa orayı daha çok düşünürsünüz". Bunu Azerbaycan'da da yapmalı. Ancak Bosna'yla vize yokken Azerbaycan'la olması yanlış. İnsan kardeşinin evine bu şekilde gitmemeli. Enver Paşa'nın kemikleri sızlamaz mı?