Başörtüsünün serbest bırakılmasına karşı çıkanların söylemlerine dikkat ediniz. Yüzde 47'ye vurgu yapılıyor. Pısmaktan söz ediliyor. Dolaylı veya dolaysız cümlelerle çoğunluğun muhtemel baskısına gönderme yapılıyor. Marjinal davranışlar esasmış gibi sunuluyor, onlar dayanak yapılmaya çalışılıyor. Başörtülünün üniversiteyle kamusal alana girdiği takdirde başı açıkların kendilerini kapanma mecburiyeti altında hissedecekleri ileri sürülüyor. Kaygılar korku kaynaklı. Bir anlamda rövanş tedirginliği seziliyor. Muhafazakâr faşizm olacağından ürkmekteler. Sebebi var. 10 yıl evvelinde bir şubat sonunda başlayan uygulamayla yer yer laik faşizm dayatmaları oldu. Üniversitelerde ikna odaları kuruldu. Bir veya iki saat içinde beyinler yıkanmaya, dünya görüşleri değiştirilmeye çalışıldı. O saatler içinde bir takım akademik unvanlı çapsızlar, yetiştirip insanlığa kazandırmakla mükellef oldukları gençleri aşağıladılar. Haysiyetlerini rencide ettiler. Bin zorlukla kazanılan üniversitelerle ilişikler kesildi. Belene kampları benzeri o ikna odalarından çıkan yıkılmış gençlerden bazıları başlarını açtı. Bunlar vicdanlarıyla hayatları arasında derin bunalımlar yaşadılar. Bir kısmı yurt dışlarına gitti. Hayatlar ve o hayatlarla birlikte bu ülkenin -borçlu olan bu ülkenin- paraları Avusturya, Amerika gibi devletlere uçtu. Yer yer istikballer karardı. Bir kısmı evine çekildi. Öyle anlaşılıyor ki. Bazı konuşanlar ve yazanlar, bunların bir benzerinin bu defa başı açıklara yapılacağından korkmaktalar. Muhafazakâr kitlenin veya anlayışın intikam yoluna gideceğini sanmaktalar. Bu kadar da değil. Onlardan bazıları hayret verici bir şekilde artık kendilerinin azınlığa düştüğünü yazıp konuşmaktalar. Hatta memleket terki gibi paniğe kapılanlar bile çıkabilmekte. Çok yanlış, çok hatalı bir değerlendirme. Asla bir muhafazakâr faşizm olmayacak. Kimse kimseyi incitmeyecek, aşağılamayacak, hor görmeyecek. İnsanlar tercihlerinde diledikleri hayatı seçmekte ve yaşamakta serbest olacaklar. İradeyi cüz'iyye/kişinin kendi yolunu seçme hakkı devam edecek. Dayatmalar dönemi bitmiştir. Bir daha da avdet etmemelidir. Onlarla hep geriye gittik. Onun için yüzde 47 veya 57 gibi bir çoğunluğun diğer tarafı ezmesi, sindirmesi pıstırması mevzubahis olamaz. Kapalıların açıkları rahatsız etmesi düşünülemez. Kapanıyorsa kendisiyle dini arasındaki bir keyfiyet. Kimseye üstünlük taslama yetkisi vermez. Zaten gündelik hayatta bunlar yok. Tam tersi yaşanıyor. Aynı ailede anne açık, kız kapalı veya bir kız açık diğeri kapalı. Kim kime ne yapacak? Kız mı anneye, kardeş mi kardeşe kötülük yapacak? Bunlar mümkün değil. Bu kavgalar hep üst katlarda sürüp gitti. Şimdi bitiyor. Her şey normale dönüyor. Onun için endişeye mahal yok. Normali anormalleştirmemeli. Hele hele kendini azınlık gibi hissetmek ne demek? Bunu en olmayacak kimselerden duyuyor, okuyor ve şaşırıyoruz. Öyle şey olur mu? Herkes bu devletin birinci sınıf vatandaşı. İnsanlar, kendi hür iradeleriyle inanacak, ona göre yaşayacak, siyasi kanaat sahibi olacak, kendi yolunu bizzat çizecektir. Kimsenin kimseye baskı yapmaya hakkı yok. "Su-i misal emsal olamaz/kötü örnek, örnek alınamaz" meşhur bir Mecelle kaidesidir. İkna odaları, laik faşizm uygulamaları bir grup fanatiğin bu ülkeye kara günler yaşatmasıdır. Yitik yıllara, heba edilen ömürlere yol açtı. Tekrarı mümkün değil. Kimsede böyle bir niyet de yok. Ne bir tek gün kaybolsun ve ne de bir tek yurttaşımızın hayatı ziyan olsun. Muhafazakâr demokrat iktidar bu psikolojiyi fark etmeli. Ve kendini bu psikolojik baskı altında hisseden vatandaşları rahatlatmalıdır. Yoksa ihtimalin kavgasını yapmak gibi bir abese sürükleneceğiz. Halbuki hayat kavgasız daha güzel.