Hatırlanacaktır, Bulgaristan'ın başında Jivkov adlı bir Şoven vardı. Bu sadist mahluk, oradaki Türklerin adlarını zorla değiştiriyor, çocukların sünnetine müsaade etmiyordu vs. Yaptığı düpedüz asimilasyondu. Karşı çıkanlar zindanlara atıldı, Belene adasına sürüldü. On binlerce Müslüman Bulgar Türk'ü asırlardır yaşadıkları topraklardan koparak Türkiye'ye hicret etti. Bu devletle savaşın eşiğine geldik. Öyle anlar oldu ki savaş koptu kopacak heyecanlarını yaşadık.. Fakat savaş kopmadı. Turgut Özal iş başındaydı. Çok kararlı hareket etti. Dünyayı arkasına aldı. Sonunda ırkçı diktatör komşu Bulgaristan'ın başından savuşup gitti. Türkiye ile Bulgaristan giderek dostluğu pekiştirdi. Hatta yeni devlet başkanları sayın Demirel'e gayrı resmi olarak "federasyona gidelim" teklifinde bulundu. Şimdilerde bu eski Tuna vilayetimiz en iyi komşuluk münasebeti yaşadığımız devletlerden biri. Zaman zaman karşılıklı olarak vizeler kalkmakta. Bir çok iş adamımız oralarda yatırım yapıyor. Temenni ederiz ki vize tamamen kalkar. Sınırlar kâğıt üzerinde kalır. Çok şey paylaşılır. Şayet o gün Bulgarlarla silahlı kavgaya tutuşsaydık... Ki çok haklıydık. Bugün kin hâlâ devam ederdi. Benzerini Suriye ile de yaşadık: Terörist başı Şam'a kaçmıştı. Suriye'nin başında da Hafız Esat adlı bir başka diktatör vardı. Laf anlamaz bir adamdı. Önce merhum Turgut Özal, sonra Süleyman Demirel bir türlü yanlış yaptığına ikna edemediler. Abdullah Öcalan, Şam'da villaya yerleşmiş oradan Türkiye'yi karıştırıyor, kan döküyordu. Demirel Şam'a giderek eli kanlı katilin ikametgâh adresini Esat'ın masasına bıraktığı halde diktatör hâlâ haberi olmadığından dem vurmaktaydı. Zaman zaman Suriye ile de kapıştık-kapışacağız durumlarına geldik. '99'da bıçak kemiğe dayandı. Sonunda devrin K.K.K. Atilla Ateş Paşa, Hatay'a giderek Suriye sınırından Şam'a "ya verirsin veya almasını biliriz!!!" mealinde öfkeyle seslendi. Bunun üzerine Öcalan, o ülkeden atıldı, bir maceradan sonra sonunda İmralı'yı buldu. Suriye de vaktiyle Şam Vilayetimizdi. Şimdi başında Beşar Esad'ın olduğu bu devletle gayet iyi dostluklar içindeyiz. Hatta varlık teminatıyız. Vize ve sınırların kalkması şart. Geçen hafta PKK lehine gösteri yapan anarşistlerden birini Suriye polisi vurup öldürdü. İşitince "nereden nereye?" demeden kendimizi alamadık. Eğer Suriye ile savaşmış olsaydık, şimdi bütün Arap dünyasıyla aramız açıktı. Bugün Kuzey Irak denen coğrafya da dünkü bir parçamız. Bir tezkere hatası orada iki aşiret reisine yaradı. Onlar da şimdi Türkiye aleyhtarlığı yapmaktalar. Türkiye'yi karşılarına almak gibi ahmaklık içindeler. Onlar da PKK'nın nerede olduğunu bilmiyorlar güya. Bir klasik yalan olduğu ortada. Fakat buna rağmen çok dikkatli hareket etmek zorundayız. Oradaki Kürt bizim insanımızdır. Sadece bölgenin teröristlerden kurtulması yetmez, Kuzey Irak'ın da diktatörlerden kurtulması lazım. Zor bir olayla karşı karşıya olduğumuz kesin. Meselenin onlarca unsuru var. Çok büyük projeler üretmek, kararlı olmak, uluslararası dalaverelere kanmamak ve kazançlı çıkmak durumundayız. Türkiye kazançlı çıkarsa bütün bölge kazanır. Bulgaristan ve Suriye örneklerini unutmayalım. Kimse unutmasın. En zor savaş barışı temindir. Diktatörlerle barış, sulh olmaz. Jivkov devrildi. Esat öldü. Saddam asıldı. Şimdi devrilme sırası diktatörcüklerde.... Talabani ve Barzani, bölgeyi tehlikeye atmakta, yangına sebebiyet vermekteler. Onlar devrilirse PKK darbeyi yer, bölge huzura kavuşur. Musul gibi, Kerkük gibi Süleymaniye ve Erbil de Türkiye ile birleşmek ister. Şu şartlara rağmen oralar kimin sayesinde kalkınmakta, nefes almakta? Diktatörler çekilince vizeler kalkmakta. Hudutlar sorgulanır olmakta.