Dilaver Cebeci'yi bugün toprağa veriyoruz. Çok mümkündür ki çok kimse şimdi "o da kim?" diyeceklerdir. Halbuki, merhumun bugün bir çok yerlerde oturanların üzerinde hakkı vardır. "Ölürüm Türkiye'm" türküsünün şiiri ona ait. Şair, edebiyatçı ve fikir adamı. "Seyyah-ı Fakir Evliya Çelebi" isimli makaleleri, hiciv edebiyatının son büyük örnekleridir. Bu makalelerde Osmanlı Türkçe'siyle günümüz olayları yerilirdi. Daha hayattayken unutuldu. Layıkıyla tanınmadı. Bu taraf İslamiyet neyi yasaklamışsa onlara rağbet eder. Sadakat, vefa, hakkı teslim gibi faziletler en fazla kendini bu değerlere bağlı hissedenlerde yaşanmakta. 14 Martta Mehmet Akif Ersoy'u İstiklal Marşının yazılması münasebetiyle andık. Bu hafta başında 25 Mayıs Necip Fazıl'ın vefat yıldönümüydü. Şimdi Dilaver Cebeci gitti. Kıymetler bir bir yitip kayboluyor. Yıldızlar kayıyor, hafızalar unutuyor. Neme lazımcı, tasasız, maddiyat, yeme içme, gezme, eğlenme dışında derdi olmayan nesiller çağındayız. Varsa futbol, yoksa müzik. Fikir, sanat, edebiyatta çölleşme tehdidi altındayız. Şiirde, hikâyede, denemede, tefekkürde gerileme yaşanıyor.. Şiirde Sezai Karakoç, Yavuz Bülent Bakiler ve Fazıl Hüsnü Dağlarca gibi birkaç ünlü isim var. Yaşları kemale ermiş vaziyette. Birkaç da orta yaşı aşmış isim mevcut. Orta ve genç yaşta olanlar bir elin parmakları kadar. Marifet iltifata tabi. Şiir kitabının satmaması her şeyi gösteriyor. Sanat ve edebiyat dergilerinin tirajları da öyle. Yahya Kemal Beyatlı Divan Şiirinin son ve çok büyük temsilcisiydi. Necip Fazıl Kısakürek de Hece Şiirinin son ve çok büyük temsilcisiydi. Yerleri dolmadı. Peyami Safa, Kemal Tahir, Tarık Buğra romanda zirve isimlerdi. Tesellimiz o ki yine de roman vadisinde ümitler mevcut. Mümkündür ki zamanla önemli isimler çıkabilir, Orhan Pasmuk, tek Nobel alan ismimiz kalmaz. Cengiz Aytmatov'a Nobel Edebiyatı verilmemesi ise Nobel Kurumunun büyük ayıbıdır. Hüsnü Hat, Ebru, tezhib sanatlarında bir diriliş yaşıyoruz. Dün onlarda kavrukluk vardı. Sinema da öyle. Sinemada da bir heyecan ve arayış mevcut. Ancak sinemamız ne kadar milli tartışılabilir. Milli varlıklar evrensele mi söyletilmekte, yoksa yerli olan aşağılanarak mı ödüller alınmakta? Fikir dünyası çölleşmeden nasibini almış bulunuyor. Ahmet Kabaklı, Erol Güngör gibi simler yok. Basında artık mütefekkirler bulmak imkânsız gibi. Muhabir yazarlar devrindeyiz. Ya siyasi dedikodu yapılmakta veya sadece karalama. Düşmanlarıyla ayaktalar. Burada gerek hayatta olan ve gerekse vefat edip de vefa gösterilmeyen isimleri tek tek saymamız mümkün değil. Bakınız mesela Arif Nihat Asya. Bu şairin Fetih Marşı isimli şiiri Saraçhanebaşındaki Fatih heykelinin yanına dikilecek 30-40 Metre yükseklikteki bir mermer üzerine yazılabilir. Belediyeler, tiyatro salonları açıyor. Cemaatsiz camilere dört minare gibi. Tiyatrolar kapanırken bu yapılmakta. Tiyatronun kapanmasının iki sebebi var. Biri seyircisizlik, ikincisi de seyirciyi tiyatroya çekecek esersizlik. Belediye bina yapmadan evvel insana yatırım yapsa daha isabet olur. O sahnelerde kendi dünya görüşleriyle alakalı hiçbir eser oynamayacak. Marifet iltifata tabidir. Kültür Bakanlığı en düşük bütçeli bakanlık. Sinemaya destek verdiği için bugün Türk sineması, kabuğunu yırtma arayışında. Şu bir hazin tesbittir... Cumhuriyetin ilk 25 yılı edebiyatta da fikirde de müthiş isimler vardır. Ancak bu Osmanlıdan devralınan isimlerdir. Ahmet Haşim, Yahya Kemal, Nazım Hikmet, Necip Fazıl, Asaf Halet Çelebi, Reşat Nuri ve sayın sayabildiğiniz kadar. Osmanlı tarih sahnesinden çekilirken biz evlatlarına sadece geniş bir coğrafyayı miras bırakmadı. Büyük bir sanat, edebiyat, fikir ve estetik kadrolar da devretti. Bu şu demektir, o, ufukta kaybolurken bile bugün yapamadığımızı yapabilmiştir. Kim şunlara kıymet vererek insan yetiştirirse uzun vadede istikbal onun olacaktır. İktidar olmaktan daha mühimi bu... Fikir, sanat, edebiyat. Hukuk. Tarih. İlahiyat. Ekonomi. Kısacası, edebi, fikri sosyal ilimler. Önce insan, sonra yine insan sonra mekân.