Nisan geldi, gül devri başladı. Şiirinde "gül devri" diyen bir şairi anmamak olur mu?
İsmi Ömer'dir. 1572'de Hasankale'de dünyaya gelmiştir. Sipahi Mehmed Beğ'in oğludur. Kaside ve hicivde/övgü ve yergide zirvelerdendir. Önceleri zarrî/zararlı mahlasını kullanmıştır. Şiirlerini görüp takdir eden Gelibolu'lu tarihçi Ali, genç şairin mahlasını değiştirerek Nef'î/faydalı yapmıştır...
Şimdiye dek bahar üzre birçok güzel şiirler kaleme alınmıştır. Ama Nef'înin ilk kıt'ası şu şekilde olan meşhur şiiri çok farklıdır:
Esti nesim-i nev-bahar açıldı güller subh-dem / Açsın bizim de gönlümüz sâki medet, sun câm-ı cem / Erdi yine ürdibehişt oldu hevâ anber-sirişt / Âlem behîşt-ender-behîşt her gûşe bir bâğ-ı irem.
Bu mısraların devamında 'gül devri ayş eyyamıdır' diyen narin gönüllü şair, diğer taraftan hicivlerinde keskin bir kılıç gibidir. Kasideleriyle nakışlar işlerken hicivleriyle sanki kasırgadır.
Arapça ve Farsça da bilen Nef'î, Erzen'ur Rumî olarak taşrada kalamazdı. I. Ahmed zamanında İstanbul'a geldi. II. Osman ve IV. Murad devirlerinde Sultanlarla ünsiyeti olmuştu.
Ne var ki kalemi, gemini kıran kısraklar gibiydi. Şeyh'ül İslâm Tahir Efendi'yle atışır. O'nun, hakkındaki bir şiirini öğrenir. Şair, zahiren methedilirken batınen "kâfir" denilmektedir. Cevap müthiştir:
Bana "kâfir" demiş Tahir Efendi
Tutalım ben O'na diyem "müselman".
Lâkin varıldıkta ruz-ı mahşere
İkimiz de çıkarız orda yalan!
Şeyh'ül islam, Nef'îye kızar. Kızınca da O'na, "kelb" yani köpek der. Nef'î ile başetmek ne mümkün?
Tahir Efendi bana kelb demiş
İltifadı bu sözde zahirdir.
Maliki mezhebim benim zira
İtikadımca kelp tahirdir.
Tahir Efendi, şairi şikâyet eder. Nef'î, çifte mânâsı olan kıt'ada ikinci mânâyı kasdettiğini söyler. "Ben, Maliki mezhebindenim, benim mezhebimde kelb, Şafiî mezhebinde olduğu gibi necis yani pis değil, tahir yani temizdir." Bu müdafaa ile de beraat eder.
IV. Murad Han, şiirin padişahını himayeye devam etmektedir. Ancak çok fazla ok üzerine çevrildiğinden bu hicviyelerden vazgeçmesini ister. Buna rağmen şairin dili durmaz. Sadrazam Bayrampaşa hakkında ağır bir hicviye kaleme alınca boğularak öldürülmesine karar verilir. Ne var ki bir büyük değere yazık olacaktır. Affı şâhâneye mazhar olması için bir yazı tanzim edilir. Bunun için koşturan kızlarağasıdır. Adam, zencidir. Koşturma, zenci ağayı terletmiştir. Bu sebeple bir ara elindeki divitten, elindeki beyaz kâğıda siyah mürekkep damlar. Nef'î ölümün eşiğinde bile rahat durmaz. "Efendim, mübarek teriniz damladı" der.
O, "vezin tutsun babamı bile hicvederim" diyenlerdendir. Hamisiz/korumasız kalınca, 1635'te sarayın odunluğunda kemendle boğularak ihtimal ki şiirlerinin ilham kaynaklarından Boğaziçi'nin derin sularına atılır.
Hicivlerini topladığı divanın adı "Siham-Kaza"dır/Kaza okları.
Bu sebeple ölünce hakkında şöyle denmiştir:
Gökten nâzire indi siham-ı kazâsına/Nef'î diliyle uğradı Hakk'ın belâsına...
Acaba öyle mi? Kim bilir?
Üç günlük dünyaya metelik vermeyen sıradışı birinden söz ediyoruz.
İnsan aklıyla kaderin sırlarını anlamak ne mümkün?