Bir vefat, aynı gün ve aynı saatte, hatta aynı salisede dünyanın farklı farklı mekânlarında farklı farklı sebeplerle yatakta, trafik kazasıyla, düşerek, amansız hastalıkla vs gibi ve farklı durumlarda genç, normal, yaşlı ölümleriyle bir kere daha o mutlak hakîkati ortaya koyar ki her canlı doğar, büyür ve ölür. İnsanı en çok üzen genç ölümleridir. Onun için Yunus Emre: "Şu dünyada iki şeye yanar içim göyner özüm/Yiğit iken ölenlere gör ekini biçmiş gibi" der. Bundan dolayı şu ekin gibi biçilen şehitlerimiz, yüreklerimizi yakmakta. Ölüm nasıl olursa olsun...genç-ihtiyar, kaza, dermansız dert, gece-gündüz. Nasıl olursa, nerde olursa, neden olursa olsun üzer. İnsan ölüm karşısında çaresizdir. Ölüme çare yoktur ve olmayacaktır. Vakti saati dolunca çıka gelir ve alıp götürür. Ölüm ağlatır, burkar, kederlendirir ve aczimizi belgeler. Tasavvuf ehli, gönül ehli, teslimiyet ehli ölümü "sevgiliyi sevgiliye kavuşturan köprü" diye açıklar. Her seçilmiş gibi mesela hazreti Mevlana'ya göre ölüm, "Şeb'i arus/düğün gecesi"dir. İmân kavileştikçe, inanç kat sayısı arttıkça ölüm güzelleşir. Müslüman itikadında ölüm bir karanlık ve korkunç dünya değildir. Müjdeler vardır, karşılayıcılar vardır. Çünkü bizim medeniyetimiz ebediyet ölçeklidir. Esasında insan ölmez. İnsan dünya değiştirir. Görünürken görünmez, göremezken görür olur. "Ölen hayvandürür insanlar ölmez/Ölür ise ten ölür canlar ölesi değil". Büyüğümüz Yunus Emre Hazretleri'nin "can" dediği ruhtur. Bizim İslam medeniyetinde bir nasihat vardır ki unutulması gayrı kabildir. "Yâdında mı bir vakitler sen ağlar iken gülerdi âlem/ Öyle bir ömür sür ki mevtin sana olsun hande âleme mâtem". "İki gün yatak, üçüncü gün toprak" bir dilektir. İhtiyarlar için kullanılan "sıralı ölüm" bir tesellidir. Şehitlerin ölmezliği ise Sevgili Peygamberimizin -aleyhisselam- muştusudur. Nebilerden sonraki makamdır. Onlar Allah yolunda terki dünya edenlerdir. Aziz canlarını, aziz dinleri ve aziz vatanları uğruna veren azizlerdir. Âlimin mürekkebinin şehidin kanından ağır geleceği keyfiyeti ise yine bir başka müjdedir. Çünkü ilim rütbesi her rütbeden üstündür. Ne tıp... Ne hekimler.. Ne hocalar. Hiç kimse ölüme çare değil. Herkes, ölecek ve herkes, biriktirdikleriyle gidecek. Mümin de münkir de ölüm adayı. İnsan nefes almaya başladığı saniyeden itibaren itibaren ölüm adayı. İnsandan insanların razı olması çok güzel. Ancak Cenab-ı Hakkın razı olması en güzel. Mümkündür ki insanlar şaşırabilirler, haksızlık yapabilirler. Sevileceği, sevmez, sevilmeyeceği sevebilirler. Ölmek bir kader dönemeci. Ne kadar acı da olsa tesellileri var. Öleni asıl öldüren şu olsa gerek: Oğlunun cami avlusunda turistik seyre çıkmış gibi tabutunu seyretmesi. Fakat bunun da beteri var. Onun da beteri ölenin hayırla, rahmetle yâd edilmemesi. TV'lerde radyolarda saatlerce hakkında konuşulması, sütun sütun makale yazılması, övgüler dizilmesi fakat bir kere rahmet dilenmemesi. Bu tarafın akla gelmemesi, gelse bile telaffuzdan ürkülmesi. Bir medeniyet, bir kültür öz topraklarından kopunca işte böyle oluyor. En sevdiğine bile rahmet dileyemeyen ağız. Kalp... Kişi.. Yoksa asıl ölmüşler onlar mı? Öyle görülüyor ki bazı ağızlar mühürlü. Kalbler mühürlü.