Bu toplum, "bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır!" türkülerinin seslendirdiği gam ve kasavet dolu günlerden gelir. Tutkular kazandırmış karamsarlıklardan şu çağda bile tamamen çıkabilmiş değiliz...
Kendisiyle, ailesiyle, çevresiyle, şartlarla barışık insan sayısı, acaba nüfusun yüzde kaçıdır? Dînimizin o kadar teşvikine rağmen selâmlaşma ve tebessüm kültürü, bütünüyle geri gelemedi. Sanki itidal ve orta yol istisna, kavga ve aşırılık esas olmuş. Köpek leşinin kötü kokusunu değil de dişlerinin beyazlığını gören terbiye iklimindeyiz. Buna rağmen en ufak nizada iplikler pazara çıkartılmakta. Şunu desek yanlış mı olur? Bir halkın trafikteki terbiyesi neyse, siyasetteki nezaketi de odur. İtiraf etmeli ki politik hayatın nezaketle başı hoş değil. Diğer yandan en az yarı sürücü, görgü ve terbiyeden sınıfta kalır. Spor seyircisi öyle değil mi? Bakınız az evvel "köpek leşi" diye başlayan bir cümle kurduk. Ninelerimiz, dedelerimiz, böyle bir cümle için konuşmaya başlarken evvela "yüzüne gül suyu!" derlerdi. Bu güzel üslup yitirilince geriye kabalıklar kaldı.
"Korkutmayın ümitlendirin, nefret ettirmeyin sevdirin!" diyen bir ahlâk dairesinin mensubu olduğumuz halde tam aksi yapılmakta. Korku ve ümitsizlik karanlık bağırışlar hâlinde. Karı-koca arasında, akrabalar arasında, apartmanda, mirasçılar arasında, köyde, mahallede, çarşıda, esnaflar arasında, partiler arasında, avukatla hakim arasında... hayatın hemen her alanında kavgasız zaman neredeyse yok. Takdir etmek, tebrik etmek, hakkı teslim etmek, teşekkür etmek, kutlamak kültürlerinde noksanlarımız var. Koca, sofrasına yemek getiren hanımına "eline sağlık, ne kadar güzel olmuş" demekten yüksünebiliyor. Baba, çocuğunu hiç öpmediğiyle övünebilmekte. Sözde sevgili, güya âşık olup kaçırdığı kızı üç hafta sonra öldürebilmekte.
Bütün bunlar, talimatla, nizamnameyle düzelmez. Güzelliğin alışkanlığını kazanmak gerekir. Üslup, hayat tarzıdır. "Üslûb'ül beyan, aynıyle insan!" demişler. "Üslûp, insanın tâ kendisidir!" Veya "İnsan, dilinin altında saklıdır." Keza "insaf, dinin yarısıdır" denmiştir. Dinde fevkalade ehemmiyetli bir kurum vardır; herkesin mesleğini öğrenmesini farz kılar. Hatalı bilgi ile ölüme sebebiyet veren hekim de, haksız ceza veren hakim de sorumludur.
Başarının bir maddi tarafı vardır bir de zamanlama tarafı. Zamanlaması yanlış yapılan işlerde teşebbüs doğru olsa bile başarı uzaklaşır.
Evet, hayır! Tek başına cevap değildir. Cevap gerekçeyle olur. Evet ve hayır, beyaz ve siyahtır. Halbuki bir de gri renk var.
Ne demişler? "Sen ne anlatırsan anlat, anlattığın karşındakinin anladığı kadardır!" Mesele, idrak ve anlayışı zenginleştirmekte. Zira hüküm peşin olunca fikir duyulmaz olur.
İki metnin okunması günüdür:
Biri, Şeyh Edebalı Hazretlerinin Osman Gazi'ye buyurdukları.
Diğeri, Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerinin manzum Tevfizname'si.