Eylülün ilk haftası itibariyle bir adli yıl daha başladı. Devletin ve yargının zirvesindekiler Yargıtay'da buluştu. Yargıya ve devlete dair konuşmalar yapıldı. Mahkemeler tekrar muhakemeye başladılar. Bu bir sürüp giden harekettir. Her sene tekrarlanır. Fakat her sene sonunda benzer konuşmalar olur. Konuşmalardan bazısı politik, hatta kısmen ideolojiktir. Bazıları ise mahkemelere, hakim, savcı, avukat ve adliye personeline, davaların sür'ati ve benzerlerine ilişkindir. Yargı/kaza devletin üç kuvvet unsurundan biridir. Yasama/TBMM, yürütme/Hükümet, Yargı/adli mekanizma. Adli mekanizmanın yüzlerce problemi vardır. Bazı kanunların kendilerinden tutun, maaşlara kadar gider. Son senelerde devletin/mülkün temeli adalet mehabetli binalara kavuştu. Dikkat edileceği gibi adliye binaları "saray" kelimesiyle ifade edilir. "İstanbul Adliye Sarayı" gibi. Buradaki "saray" gelenekteki "hümayun" karşılığı olmalı. Yakın zamanlara kadar bu anlamda çok buruk manzaralar görülebiliyordu. Adliye bir iş hanında kiracı. Üstelik mal sahibiyle mahkemelik. Fakat tabelada saray kelimesi yer almaktaydı. Bu çelişkiden kurtulduğumuzu tahmin ediyoruz. Bazı yerlerde hakikaten saraylar bina edildi. Adliye, hakim, yazı işleri personeli, icra memurlukları mutlak tarafsız olmalı. Savcı ve avukat taraftır. Ancak onlar da davada taraf, hukukta objektiftir. Savcı, ammenin avukatıdır, avukat insanın. Ne var ki tek başına bîtaraf olmak da adalet terazisinin vaktinde doğru tartmasına yetmez. Büyük bir hakim, savcı ve adli memur açığı var. Bina en mükemmelinden inşa edilse dahi orada kâfi miktarda adliye mensubu mevcut değilse gecikme ve aksamalar önlenemez. Hakim/savcı açığının avukatlardan temin edilmesi çok isabetli bir fikirdir. Engel olunmamalı. Zaten bazı memleketlerde 5 sene müddetle avukatlık yapmayan hakimlik/savcılık sınıfına geçememekte.