Son bir asırdır, mâneviyatımızın edebiyat damarı kurumaya yakın zayıflamıştır. Tasavvuf, imânı, kalbe yerleştiren müessesenin adıdır. Şiir başta olmak üzere edebiyat da kalbe ve fikre hizmet eder. Din, cemiyetin her cephesinde olduğu gibi mısralarda da yaşar. Hat'lar, âyet-i kerîmeler, hadîs-i kudsîler, kelâm-ı kibârlar, beyitlerle... hem göze hem gönle hitap eder. Divan şiirinin muhtelif şekilleri vardır. Onlardan biri münacaatlardır. Diğeri Nât-ı şerifler. İlki ile Allahü teâlâya yalvarılır, Padişahlar Padişahı ululanır, ikincisiyle Sevgili Peygamberimizin -aleyhi's salatü ve's selâm- güzelliği ile güzelleşilir, şefkatine iltica edilir. Tanzimat sonrası, mimarlık gibi, hukuk gibi, sosyal hayat gibi edebiyat da garbın tesirine girer. Şiir mecra değiştirmeye başlar. Yeni bir hikâye usulü ile tanışılır. Roman denen bir tarzla ilk defa karşılaşılır. Artık edebiyatın ilgi merkezi insandır. Beşerin karşı cinse alâkası edebiyatın hamurudur. Şiirde de böyledir, hikâyede de romanda da. Önceki edebiyatımız, mısra üzerine bina edilmiş, mısraın mesneviden beyte kadar türlü şekilleri teşekkül etmiştir. Bu zaviyeden bakınca Tanzimat sonrası edebiyat zenginleşmiş midir fakirleşmiş midir? Önceki edebiyat çetindir. Derin altyapı ister. O altyapıya göre şair bir eser verir ama o eser tek başına meydana dikilen bir âbidedir. Su Kasidesi, bütün Tanzimat ve Cumhuriyet edebiyatı ağırlığındadır denebilir. Tanzimat sonrası edebiyat kaç kalemdir? Piyes, hikâye, roman, deneme. Dördü de ben merkezlidir. Fâni insan, kâinatın ortasında nefsin elindeki bir yalnızdır. Divan edebiyatı hiçlikle başlar, hep olanda ölümsüzlüğe adım atar. Sonraki edebiyat benle başlar senle biter. Yerli edebiyatta aşk ve muhabbet varken, batıdan istinsah edilende şehvet ve nefret hakimdir. Mekteplerde "din dışı edebiyat" diye bir kavram okutulur. Aslında inkâr edebiyatı demenin örtülü halidir. Batı karşısında taklitçiliğe mahkûm edilen insan, yeni bir dünya ile karşılaştığında oradaki zenginlikleri alıp kendi zenginliklerine ilave edeceğine başı dönerek kendi varlığını karalamış, bunun üzerine Allah'ı överek, Peygambere sığınarak söze başlayan muhteşem mısra ve nesir medeniyeti mahzene kilitlenip din dışılık akımı tercih edilmiştir. Bu lâ dînî edebiyatın mânevî buudu yoktur. Mânevî buud derinliktir. Derinlik olmayan yerde sığlık vardır. Bu netice, mânevî iklimi soldurmuş, insana zarar vermiştir. Kalbi ve gönlü terk ederek nefsanî üslubu tercih eden edebiyatın bu fukaralığı tuhaflığa bakınız ki kuru akılcı ilâhiyatçıların da zuhuruyla cemiyet, iki yandan kuşatılmış, İslamiyetin özünden habersiz nesiller, gelip-geçiciliklerin tutsaklığına yakalanmıştır. Mübarek âyet ve sözlerden. Mübarek gün ve gecelerden. Haram aylardan. Regaib gecesinden, Berat gecesinden, leyle-i kadr'dan habersiz bir edebiyat yerli olamaz.Yerli olmayan taklittir. Taklit, aslı ile boy ölçüşemez. Mâneviyatımızın edebiyat damarının canlanması gerekir.