Kafasının tam orta yerinden kel kalmış adam, eline tükürür gibi yapıp yerdeki küreği aldı, toprakla doldurup aşağı döktü. ... Ağır sessizliği tiz bir telefon müziği bozdu. Şişman, kıvırcık saçlı adam, kemerine taktığı kılıfın içindeki telefonunu çıkardı: - Efendim? Tamam abi mal yarın elinde olur. Bizde söz ağızdan bir kere çıkar canım abim. Hepimiz ticaret insanıyız. Yok yok, olur mu öyle şey, söz senettir. (Saatine baktı.) Yarın bu saatler iner. Bir şey değil. Görüşürüz. ... Bu kez, cüceden biraz daha hallice, çok kısa boylu bir adam, dizinden güç alarak küreği toprağa daldırdı. Hareketli bir müzikle bir telefon çaldı. Üst dudağının -adeta- yokluğuna inat, alt dudağı kalın, saçları arkaya taralı, kalın kaşlı, iyi giyimli adam ceketinin iç cebinden son model bir telefon çıkarıp kulağına götürdü. Bir süre dinledikten sonra: - Kardeşim bankaya adam gönderdim, dedi, çek karşılıksız çıkmış. Hayır, sekreterine bağırmadım, sen dinle beni, bağırmadım, sadece durumu bildirdim. Eee, karşılıksız diyorum, susacak mıyım yani? Valla sen bilirsin, ben de seninle iş yapamam artık! ... Kısa boylu adamın yere koyduğu küreğe iki kişi birden hamle etti; yün başlıklı, orta boylu, asık suratlı olanın elinde kaldı. Yine şen melodili bir telefon çaldı. Bu kez siyah NBA tişörtlü, horoz ibiği şeklinde saçlarıyla bir delikanlı, kot pantolonunun arka cebinden bir telefon çıkardı: - Anne gidemem, sen abime söyle, ben Necla ile buluşacağım. Abim gelmedi ki buraya... Sen onu ara yaa... Yok, burada yok. ... Çizgili siyah takım elbiseli, uzun boylu adam paçalarını kıvırarak, dikkatli hareketlerle yaklaştı, kenara yuvarlanan bir toprak parçasını alarak kenardaki küçük tepeciğin üstüne attı. Tam o anda oynak Karadeniz müziği melodisine ayarlanmış bir telefon çaldı. Çakır gözlü, güleç suratlı, orta yaş ve orta boylu biri el çantasını epey kurcaladıktan sonra telefonu buldu: - Efendim? Kimsin? Hah hah haaa, kim demiş tanımadım diye? Oğlum ben seni ordunun içinde bile tanırım! Ne yapıyorsun, neredesin? Biz mi? İyiyiz iyi, şükür... Yuvarlanıp gidiyoruz işte... Hah ha, düşmem düşmem! ... Bu esnada, arka arkaya dökülen toprak sebebiyle, tahtalardan çıkan ses de giderek kayboldu; tahtalar arasından beyaz çizgiler halinde görünen kefen de... Bir cenaze daha toprağa verilmişti...