İşte geldi, çattı 3 Ekim. Sizler gibi ben de ortaya çıkacak fotoğrafı merakla bekliyorum. 3 Ekim müzakerelerinin sonucunu beklerken, biraz tarih karıştırdım. Batı'nın dayatmasıyla devreye sokulan yeniden yapılandırma çalışmalarının, ülkenin başına ne belalar açtığına ilişkin, şaşırtıcı benzerlikleri bir kez daha gözden geçirdim. Batı normlarına uyum sağlama adına yapılan düzenlemeler, 1839 tarihli Tanzimat Fermanı ile başlar. 1856 Islahat Fermanı ile de doruk noktasına ulaşır. Bakalım Islahat Fermanı'nın açıklanmasından sonra, geçen 20 yılda ne olmuş... Aynı yıl Eflak ve Boğdan'a yani Romanya'ya özerklik tanınmış. Beş yıl sonra Lübnan Sancağı özerkleşmiş. 1862'de Karadağ ayaklanması çıkmış. Mısır Valiliğinin babadan oğula geçilmesi kabul edilmiş. Girit'te çıkan isyanlar nedeniyle, Girit için özel bir yönetim biçimi kabul edilmiş. Bulgarlar bağımsız devlet olmuş. Kısacası imparatorluğun parçalanma sürecinin miladı Islahat Fermanı olmuş. *** Islahat Fermanı'nın iki önemli düzenlemesi vardı. Birincisi, yabancılara, mülk ve arazi edinme hakkı tanınmasıydı. Bu hak, kutsal yerler dışında imparatorluğun her yerinde mümkündü. İkincisi ise başta Patrikhane olmak üzere Müslüman olmayan dini kuruluşların hukuksal ayrıcalıkları çok daha genişletilecekti. Tanzimat'tan sonra Islahat Fermanı ile iyice sağlamlaştırılan mülkiyet güvencesi ve hukuksal ayrıcalığı fırsat bilen yabancılar ülkeye akın ettiler. Özellikle Batı Anadolu'da çok sayıda mülk ve geniş araziler edindiler. Günümüzdeki gelişmelerle nasıl örtüşüyor değil mi? *** Şimdi Süheyl Ünver'in, "İstanbul Risaleleri" adlı kitabına gelelim. Kitapta çok ilginç bir anı aktarılıyor. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul'un fethinden sonra kenti gezer. Bu sırada, kapalı bir mekandan inilti duyulur. Sesin sahibi Fatih'in yanına getirilir. Bu bir keşiştir. Neden hapsedildiği sorulur. Bu keşiş, İstanbul'un kuşatılma aşamasında Bizans Kralı'nın huzuruna çıkarılmıştır. Kral, İstanbul'un Türklerin eline geçip geçemeyeceğini sormuş, keşiş "evet" deyince de Kral'ın gazabına uğramış ve hapse atılmıştır. Bu kez Fatih sorar, İstanbul'un Türklerin elinden çıkıp çıkmayacağını... Aldığı cevap şu olur: - İstanbul Türklerin elinden harp ve darp ile çıkmayacak. Lakin öyle bir zaman gelecek ki, emlak ve arazileriniz satılacak, bu suretle İstanbul Türk malı olmaktan çıkacak. Fatih, bu sözler üzerine ellerini açarak şu bedduada bulunur: "İstanbul'da fethettiğim yerleri ecnebilere satanlar, Allah'ın gazabına uğrasınlar."