Ankara'dan bir Amerikalı geçti

A -
A +

Johnson mektubu, yakın tarihimizde ABD-Türkiye ilişkilerinde bir dönüm noktası olarak bilinir. Kısaca özetlemek gerekirse, Türkiye 1963 yılında Kıbrıs'taki kanlı olaylar üzerine, Türklerin güvenliğini korumak ve katliamı durdurmak için 1960 Garanti Antlaşması'na taraf devlet olarak Kıbrıs'a çıkarma yapmaya karar vermişti. Çıkarmanın yapılacağı tarihten iki gün önce, ABD Başkanı Johnson, Başbakan İsmet İnönü'ye tehdit dolu bir mektup gönderdi. Johnson mektubunda, müdahalenin Sovyetler Birliği ile Türkiye arasında bir çatışmaya yolaçabileceğini belirtiyor ve "Türkiye, NATO'lu müttefiklerine danışmadan, onların rıza ve onayını almadan böyle bir harekete giriştiğine göre, acaba NATO'nun Türkiye'yi savunma yükümlülüğü var mıdır? Türkiye bu noktayı herhalde düşünmedi" diyordu. Johnson ayrıca, 12 Temmuz 1947 tarihli yardım antlaşmasının 4. maddesine göre, Türkiye'nin Amerika'nın verdiği silahları Kıbrıs'a müdahalede kullanamayacağını da belirtiyordu. Johnson mektubu, Amerika'ya güvenimizi sarsmıştı ve mektubun olumsuz etkisi yıllarca devam etti. Bugün benzer bir güven bunalımı ile karşı karşıyayız. 11 Türk askeri ve 13 sivilin insanlığa sığmayan muamelelere maruz bırakılarak gözaltına alınmaları, Türk kamuoyunda "Johnson mektubu" etkisi yapmıştır. Bu olay, sessizce geçiştirilemeyecek kadar ciddi bir olaydır. 16 Haziran 2003 tarihinde Ankara'da konuk ettiğimiz ABD'nin başkan aday adaylarından Lyndon Larouche, Ankara Ticaret Odası'nda verdiği konferansta, ABD'nin saldırgan politikalarını daha iyi anlamamızı sağladı. Larouche, çok ilginç açıklamalarda bulundu. Konferansa katılan bir dinleyicinin, "Wolfowitz, Irak Savaşı'ndaki tutumundan dolayı Türkiye'nin özür dilemesi gerektiğini söyledi. Sizce Türkiye özür dilemeli mi?" sorusuna verdiği cevap dikkate değerdi. Larouche, "Türkiye, demokratik olarak kendi kararını almıştır. Türkiye'nin davranışı, Türk insanının yapılması gerektiğine inandığı şeydi. "Kürt Devletini istemiyoruz" diyebilirsiniz. Türkiye'yi bu konuda haklı görmeliyiz. ABD'nin yaptığı zorbalıktır. ABD'nin bunu yapmasına izin verilmemelidir" dedi. Larouche, Türkiye'nin bölgedeki öneminin farkındaydı. Açıkça, ABD'nin Türkiye'ye ihtiyacı olduğunu, Türkiye'nin dünya üzerinde kilit bir ülke olduğunu ve iki ülke arasındaki ilişkilerin mutlaka düzeltilmesi gerektiğini söyledi. Larouche'a göre bunun tek şartı, mevcut yönetimin gitmesi... Bush ve ekibinin yönetimden elini eteğini çekmesi durumunda ABD'nin Türkiye'ye yaklaşımının kesinlikle değişeceğine inanıyor. Bu sempatik Amerikalı, "Bütün dünyayı ABD'yi destekleyecek bir alet haline getirdik. Hatalarımızın farkına varmak zorundayız" diyerek ABD yönetimini ve dış politika yaklaşımlarını yerden yere vurdu. Dünyanın artık ABD'ye sempati duymadığını itiraf etti. Benim bu konuşmalardan çıkardığım sonuç, ABD yönetimi çılgınca politikalar izlemektedir. Larouche bunları "şeytani" politikalar olarak değerlendiriyor. ABD yönetiminin, Türkiye'nin ABD'nin yanında savaşmasını istediğini belirterek, bizi uyarıyor: "Türkiye'nin hiç soru sormadan, hiç itiraz etmeden ABD'nin esiri olmasını isterler. Belki Türkiye'yi kullandıktan sonra harcayabilirler. ABD'nin şu andaki politikası, Türkiye'yi esir, uşak pozisyonuna düşürmektir. Türkiye bu uşaklık rolünü üstlenirse, bu Türkiye'nin sonu olacaktır." Bundan daha açık bir uyarı olabilir mi? ABD ile yaşadığımız sorunlar Larouche'u haklı çıkarıyor. Larouche'un başkan seçilme ihtimalinin ne olduğunu bilmiyorum ama umarım bu anlayış Beyaz Saray politikalarına hakim olur.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.