Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin en önemli hastalığı, dış dünyaya karşı savunma ve izah etme mekanizmalarını harekete geçirememesidir. Sözü, "terör örgütünün diplomatı" olan Leyla Zana ve avenesinin, Avrupa Birliği ülkelerinin diplomatları ile buluşmasına getirmek istiyorum. Leyla Zana ve cezaevi arkadaşları serbest bırakılınca bir dizi siyasi şov yapmıştı. Daha sonra da AB ülkelerinin Türkiye'deki temsilcileri ile bir araya gelmişlerdi. Avrupalı diplomatlar, bu yemekli toplantıda, Leyla Zana ve arkadaşlarının sözde mağduriyetlerini dinlemişti. Aslına bakarsanız bu buluşma, terör örgütü PKK'nın dolaylı propagandasının yapıldığı bir zemin olmuştu. Türkiye gerçeğinden bihaber Avrupalı diplomatların, tek taraflı, yanlış, tahrif edilmiş bilgiler karşısında, etkilenmemesi mümkün değildi. Nerede bu devlet? Sessiz kalınamazdı... Bir süre, resmi makamlardan gelecek, daha doğrusu mutlaka gelmesi beklenen karşı atağa odaklandım. Ama bir hafta geçti, tıs yoktu... Siyaset ve diplomasi dünyamızın üzeri sanki ölü toprağı ile kaplanmıştı. İş başa düşmüştü... Terör mağdurları ile Avrupalı diplomatları, aynı restoranda bir araya getirmeye karar verdim. Eli ayağı kopan, gözleri kör olan ve sakat kaldığı için geçen her saniyede kahrolan kahraman gazilerimiz ile şehit yakınları ile temasa geçtim. Dedim ki, "Zana'nın sinsi oyununu bozalım. Terör gerçeğini Avrupalı diplomatlara siz anlatın..." Ardından, malum diplomatlara çağrıda bulundum... "Gelin gerçeği bir kez olsun bu pencereden, kendi gözünüzle görün, kendi kulağınızla işitin" dedim... Huzur ve tedirginlik Avrupalı parlamenterlerin bir kısmı davetimize icabet etti. Yemek öncesi yaptığım konuşma ile meramımı dile getirdim. Ama önemli olan, gazilerimiz ve şehit yakınları ile diplomatların diyaloğuydu. Aslında, söze gerek yoktu... Kahraman gazilerimizin yürekleri dağlayan görüntüsü zaten yetiyordu... İnsanım diyen hiç kimse, bu tablo karşısında duyarsız kalamazdı. Şok olmuştu diplomatların bazıları... Lokmalar, boğazlara dizilmişti. Ağlamamak için kendilerini zor tutuyorlardı... İki gözünü kaybeden bir gazimizin, yemek tabağını kucağına dökmesi, o trajik manzarayı iyice hüzünlendirdi. Terör örgütünün, şu veya bu şekilde etki alanına giren Avrupalı diplomatların kafalarına ne kadar dank etti bilmem... Ama ben, vatanseverlik görevimi yapmanın huzuru içindeydim. Öte yandan da, büyük bir tedirginlik yaşıyordum... Çünkü aynı huzuru duyması gereken yetkililerimiz, büyük bir aymazlık içindeydi...