Avrupa Birliği tartışması, MGK Genel Sekreteri Org. Tuncer Kılınç'ın "şahsi" görüşlerini belirttiği açıklamasından sonra iyice alevlendi. Org. Kılınç dedi ki: "Türkiye milli menfaatleriyle ilgili sorunlarda AB'den hiç destek görmüyor." Genelkurmay Başkanı Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu da "AB, jeopolitik bir zorunluluk" diyerek AB'ye girme konusunda resmi görüş belirtmesine karşın, "Halen birçok Avrupa ülkesinde Türkiye'ye yönelik faaliyet gösteren terör örgütleri mensupları himaye, destek, koruma görmeye devam etmektedir" eleştirisini yöneltmekten kaçınmıyor. Doğru olan da bu... İrade beyanını ortaya koyarsın, ancak şartlarına da bakarsın. Bugünlerde AB'yi eleştirmeye kalkanları neredeyse "vatan hainliği" ile suçlamak moda haline geldi. Yahu istemeyen kim? Kaldı ki, sen istesen ne olacak, seni istediklerine nasıl emin oluyorsun? İsteniyor ki, AB'nin bizimle ilgili talepleri hiç tartışılmasın, topuk vurulup "emret komutanım" densin, 15 günde 15 yasa örneği tartışılmadan, düşünülmeden, oldu-bitti havası içerisinde AB'nin tüm istekleri yerine getirilsin... Yok öyle şey! Bir ülkenin kaderini ilgilendirebilecek bir konuda, birileri istiyor diye, ulusal çıkarlarımıza yapılan aymazlığa varan taleplere, saldırılara, karalamalara herkesin susması nasıl beklenebilir? Üstelik bu sağlıklı da değildir... AB'ye girme konusunda, aklı selim sahibi hiç kimsenin bir tereddütü yoktur. Ana sorun ve itiraz noktası, teslimiyetçi bir yaklaşımı kabul edip etmemektir. Şimdi, AB'nin isteklerine bir bakalım : ¥ İdam cezasının kaldırılması yoluyla Öcalan'ın affı ¥ Kıbrıs'tan taviz ¥ Ege'den taviz ¥ Kürt azınlık iddiası ¥ Kürtçe dil, eğitim ve yayın isteği ¥ PKK'nın siyasallaşması... Bütün bu istekler Kopenhag Kriterleri çerçevesinde Türkiye'ye dayatılan istekler. AB burada da kalmıyor, Sözde Ermeni soykırımını tanıyor. Daha da ileri gidiyor, PKK ve DHKP-C'yi teröristten saymıyor. AB ülkeleri, Hollanda, Fransa, Belçika ve Almanya'da cirit atan teröristleri Türkiye'ye karşı koz olarak kullanmıyor mu?. Bunlar dostun dosta yapacağı türden şeyler mi? Org. Kıvrıkoğlu Avrupa Birliği'ne, "terör örgütleri mensupları AB ülkelerinde himaye, destek, koruma görmeye devam etmektedir" eleştirisini yöneltmekte haksız mı?. Bunları biz de söylüyoruz, asker de söylüyor, siyasetçilerimiz de söylüyor... Önemli olan kimin söylediği değil, ne söylendiğidir. Bakın son örnek; Fransa eski Cumhurbaşkanı Mitterrand'ın eşi Daniel Mitterrand Türkiye'de Kürtçe eğitime izin verilmesi için kampanya yürütüyor. AB'ye girme konusunda "çekince" koymamızın asıl amacı; AB ilişkilerinin teslimiyet çerçevesinde, sürdürülmesine karşı çıkmaktır. Tıpkı, Portekiz, İspanya, Fransa gibi Türkiye'nin farklı ve özgün yapısı, iç dinamikleri olduğunu anlatmaktır. Bu AB karşıtlığı değil, ülke yandaşlığıdır. -Efendim, idam kaldırılmalıymış... -Tamam kaldıralım da, ne aceleniz var ve hangi şartlarda kaldıracağız? Hiçbir ülkeye reva görmedikleri Gümrük Birliği'ni hemen kabul ettik de ne oldu?. Türkiye 60 milyar dolar kaybetti. Sanki Maastrich kriterlerini yerine getirip, ekonomik açıdan Türkiye'yi düzelttik de, iş siyasi kriteleri alelacele çıkarmaya geldi? Şahsi görüşüm, Türkiye ekonomisi düzelmeden Türkiye'yi AB'ye kesinlikle almazlar. 20 bin dolar seviyesinde milli gelir ortalamasına sahip Türkiye ekonomisinin her yıl yüzde 4 büyüdüğünü düşünürsek ancak 50 yılda AB' standartlarına ulaşacağımız unutulmamalıdır. Diğer yandan, ekonomik veriler düzelse bile siyasi konjonktüre bakarlar ve bir başka bahane mutlaka bulurlar. Bu kuşkular ortada dururken AB karşısında duruşumuzu doğru yerde belirlemek zorundayız. AB'nin istediği mönü; kılçıksız, kemiksiz, köşeleri, sinirleri alınmış "lop et" bir Türkiye'dir. Bunu bulurlarsa, bir lokmada yerler, üstüne de bol mineralli maden suyu içerler... "Türkiye'nin yüzde 75'i AB'ye girmek istiyor" şeklindeki değerlendirmeleri yaparken, "Ne şekilde?" sorusunun da sorulması lazım. "Efendim o başka konu" diyemezsiniz, çünkü bir halkın şart koyma hakkını elinden alamazsınız. Biz, sindire sindire AB konusunu tartışmak zorundayız. Ortaya "AB yandaşları-AB karşıtları" gibi bir görüntü koyarsak bundan kaybedecek olan taraf Türkiye'dir. Sorunu; AB'ye girelim mi, girmeyelim mi? tartışmasından çıkarıp, "Nasıl bir AB üyeliği" çerçevesine taşırsak ülkemiz için daha hayırlı olur kanaatindeyim. Aksi halde bu iş bir Yılan Hikâyesi'ne döner ki, içinden kimse çıkamaz.