Değerli olduğumuzu ve değerli hissetmenin bizim en insani hakkımız olduğunu düşünürsek bunu her yerde bekleriz. Eşimizden, çocuğumuzdan, arkadaşlarımız ve girdiğimiz her ortamdan. Verilmediği zaman da değersiz hissederiz. Bundan yirmi yıl önce kimse değerli hissetmeyi aklına bile getirmiyordu. Çünkü böyle bir beklentisi yoktu. Çevresinde kimse kimseden değer beklemiyordu. Günümüzde insana birçok isteğin ihtiyaçmış gibi sunulduğu gibi birçok suni his ve duygu da hakkıymış gibi sunuldu. Değerli hissetmek, yeterli hissetmek, öz güvenli hissetmek, önemli hissetmek, başarılı hissetmek, mutlu hissetmek ve dahası. Bu beklentilere girmek bu konuya dair hassasiyet geliştirir ve beklenti karşılanmazsa tam tersi duyguya davetiye çıkarılır. Duyguya beklenti davetiyesi gönderip çağıran ve hisseden bizken üstüne birde karşı tarafı suçlarız. Sanki o duyguları hissetmek hakkımız ve hakkımız olan bize verilmemiş gibi alınganlık gösteririz. Olaylar karşısında "bu dinen, kanunen benim hakkım mı?" sorusunu kendimize sorup beklentilerimizi o yönde geliştirmezsek modern dünyanın sunduğu her şeyi kendimize hak görür ve altında eziliriz...
Misal, yaz döneminde yaz tatilini kendine hak gören birisi bu beklentisi gerçekleşmezse kendisini ezilmiş, fakir, değersiz, önemsiz hissedip tatile giden kişilere karşı haset, gitmesine mâni olan şeylere karşı ise öfke besleyebilir. Bu duygular esir alırsa elindeki hiçbir nimeti görmez ve kıymetini bilmez ve bu beklentiler sürekli zihnin bunlarla meşgul olmasına sebep olur. Zihne bu düşünceler geldiğinde şu soruları kendimize sorabiliriz.
1. Beş duyu organımı nerelerde, neyle besledim? 2. Beni bu beklentiye iten sosyal medya hesaplarında veya arkadaşlarla ne kadar vakit geçirdim? 3. Bu beklenti dinen ve kanunen hakkım mı?
İlknur Şahin
Din büyüklerimiz buyurdular ki: "İnsanlar ne kadar kendilerini suçlu ve kabahatli görürse, din kardeşini o kadar haklı görür, o zaman da din kardeşi onun gözünde o kadar kıymetli ve aziz olur. Hadis-i şerif var, Peygamber Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) buyuruyor ki: (Aslında kabahatli olmadığı hâlde din kardeşine, kardeşim, tamam ben kabahatliyim derse, cennette ona köşk verilmesi için ben kefilim.) Yeter ki münakaşa uzamasın, kalp kırılmasın.”
Yetenekli Kalemler'de önceki yazılar...