İçimden geldi yazmak istedim. Olduğu gibi. Hayat bazen insana gerçekleri gösterir. Hem de tokat gibi yüzüne vurarak. Anlarsın artık bazı şeyleri. Kapasiteni, zekânı ve hatta geleceğini bile analiz edersin şimdiden. Kurduğun hayaller boşa, düşlediğin gelecek bir kurmacadan ibaret. Oysaki hayat bambaşka. Zorluklar arasında mücadele ile geçiyor ve sen bu mücadeleye ne kadar ayak uydurursan o kadar kâr.
Benim gibi yolda kalırsan ya da gideceğin hedefe bir kaplumbağa edasıyla gidersen. Halk tabiriyle kırk fırın ekmek yemen lazım. Öyle kolay değil. Ve sen koyuluyorsun o kırk fırın ekmeği yemeye. Tam kırkıncı fırına gelince bakıyorsun ki bambaşka bir alemdesin, bambaşka bir yerdesin. Artık kırk fırın ekmek yemenin de bir faydası yok. Aldığın kilolar da cabası...
Ya geçen yıllar. En büyük kayıp da odur muhtemelen. Annem hep der “her şey zamanında güzel” diye. Bazen ben de düşünüyorum. Ben de kaçırdım mı acaba doğru zamanı? Muhtemelen kaçırdım. Yoksa bu hırçın, sinirli ve agresif yanımın yegâne sebebi de bu...
Her sokağa çıktığımda bir banka oturup yoldan geçen insanları izlemek istiyorum hep. Yoldan geçen insanların analizini yapıyorum hep. Ancak el ele tutuşup gezen çiftleri ve çocuğunu hava almaya çıkarmış anne babaları görünce içerliyorum. Kendi kendime söyleniyorum. “Sen de onların yaşındasın. Ama tek farkla sen yalnızsın. Ama onların bir hayatı var.”
Evet çok acayip ama gerçek. Onların bir hayatları var, benim ise bin türlü sıkıntının ve kaygının sıralandığı upuzun bir yolum var. Hayırlısı demekten başka da elimden bir şey gelmiyor.
Abdullah Karakoç
ŞİİR
İyi teşhis koymak gerek,
Nankörlük bir hastalıktır.
Bir tedavi bulmak gerek,
Nankörlük bir hastalıktır.
Yapılanı göreceksin,
Kadir kıymet bileceksin,
Karşılıksız seveceksin,
Nankörlük bir hastalıktır.
Harcamaya gönüllüdür,
Kalp gözleri mühürlüdür,
Beyinleri özürlüdür,
Nankörlük bir hastalıktır.
Yüzünde utanma yoktur.
Riya boldur vefa yoktur.
Doktoru ilacı yoktur,
Nankörlük bir hastalıktır.
Nöbetçi der, sözü yutar,
Bol keseden atar tutar,
Beş kuruşa hemen satar,
Nankörlük bir hastalıktır
Nöbetçi Şair-Şahin Ertürk
HAMASET: 1. Yiğitlik, kahramanlık 2. Kahramanlık ve yiğitlik duygularının aşırı ve abartılı ifadesi.
HAMAKAT: Ahmaklık, budalalık.
MECLİS-İ VÂLÂ: Tanzimat döneminde Osmanlı Devleti'nin günümüzün Yargıtay ve Danıştay eş değeri olarak hizmet veren üst kurulu.
TEŞMİL: Bir şeyi kapsamı içine alma, yayma.
ŞURA: Şurası, şu yer.
ŞÛRA: 1. Bir konuyu görüşmek için yapılan toplantı. 2. Bu toplantının yapıldığı yer.
MÂŞER: Birlikte yaşayan insanların meydana getirdiği topluluk, insan topluluğu, cemaat, cemiyet, taife.
MAŞERÎ: Topluluğa ait, topluluğu ilgilendiren 2. Toplumsal.
MAHŞER: 1. din. Ahiret hayatında bütün insanların, dünyada yaptıklarının hesabını Allah’ın huzurunda vermek üzere tekrar dirilip toplanacakları yer 2. Mecazi olarak, çok büyük kalabalık.
MEŞRÛ: Dince yasaklanmayan, dine, akla, vicdana ters düşmeyen, kanun ve geleneklere uygun olan, yasal.
MEŞRUİYET: Yasal olan, meşrû olma durumu. [https://lugatim.com]
Yetenekli Kalemler'de önceki yazılar...