Kök, dirençtir. Sorgulama gücüdür. Hafıza ve tarih bilincidir. Nesilden nesile aktarılan bir karakter genetiğidir. Köksüz insan kolay yönlendirilir. Tüketmeye daha açıktır. Sadakat, aidiyet, direnç gibi “geleneksel refleksleri” zayıftır. Kültür taşımaz, “trend” kovalar.
Toplumların köksüzleştirilmesi, yani kimlik, kültür, gelenek, aidiyet bağlarının çözülmesi, aslında modern çağın en tehlikeli “sessiz devrimlerinden” biridir.
Bu süreç öyle tankla tüfekle değil medya, eğitim, teknoloji, ekonomi ve “özgürlük” söylemleriyle yürütülür.
Bu noktada İtalyan düşünür A. Gramsci'nin “Kültürel Hegemonya” kavramı önemlidir. Gramsci'ye göre egemen sınıflar sadece ekonomik değil kültürel alanlarda da hâkimiyet kurarak toplumu dönüştürür. Medya, eğitim, popüler kültür gibi araçlarla insanlar, gönüllü olarak bu hegemonik değerleri içselleştirirler.
Bugün yaşadığımız süreç tam olarak budur: "Kültürel olarak kuşatılarak teslim alınıyoruz."
Bu bağlamda, toplumları köksüzleştirme projesi küresel gücü elinde bulunduran sermaye ağı tarafından sistemli olarak üretilir. Ulus-ötesi şirketlerin, medya devlerinin, finans gruplarının ve ideolojik vakıfların oluşturduğu bir güç blokundan bahsetmek mümkün. Fakat bundan bahsetmeden önce projenin faaliyet alanlarını incelemekte fayda var.
Kültürel köksüzleştirme projesi ile • Aile kavramı yeniden tanımlanıyor. • Cinsiyet rolleri fulü hâle getiriliyor. • Dinî semboller alay konusu yapılıyor. • Tarihî şahsiyetler itibarsızlaştırılıyor. • Dil, enformasyon bombardımanında yozlaştırılıyor. Modernlik kültürel emperyalizmin vitrini. Aile, din, gelenek, millet, ahlak gibi bağları zayıflatıp bireyci, haz odaklı, anlık tatminle yönetilen bir kitle oluşturmayı hedeflemektedirler.
Özetle bugün sahip olduğumuz “kök”ler yalnızca geçmişin mirası değil; geleceğin direnci, öz güveni ve bağımsızlığıdır. Kültürel köksüzlük; hafızasızlıkla, yönsüzlükle ve nihayetinde boyun eğişle sonuçlanır. Bu nedenle mesele bir tarih meselesi değil, bir varoluş meselesidir.
Sosyolog-Kübra Tıbıkoğlu Bahadır
ŞİİR
Serpilen yıldızlar her gece ağlar.
Sormazsın acaba bir nice ağlar.
Bilinmez âlemde gizlice ağlar.
Serpilen yıldızlar her gece ağlar.
Hesabı vermeyen nefsine ağlar.
Âşığın, ermişin, sesine ağlar.
Umudun, şafağın, ye’sine ağlar.
Serpilen yıldızlar her gece ağlar.
Kuruyan dereler, topraklar ağlar.
Hazanda dökülen yapraklar ağlar.
Ustalar, kalfalar, çıraklar ağlar.
Serpilen yıldızlar her gece ağlar.
Yazarın elinde kalemler ağlar.
Erenler gönlünde âlemler ağlar.
Umudu yitirmiş âdemler ağlar.
Serpilen yıldızlar her gece ağlar.
Çıldıran dünyada akıllar ağlar.
Zalimin zulmünden balıklar ağlar.
Prenses boynunda takılar ağlar.
Serpilen yıldızlar her gece ağlar.
Vicdanı olmayan sanma ki ağlar.
Gözleri dolmayan inan ki ağlar.
Ahmağın sözüne kanma ki ağlar.
Serpilen yıldızlar her gece ağlar.
Aciz'im serpilen yıldızlar ağlar.
Çöllerde kumlara yağmurlar ağlar.
Yerküre, gökyüzü, ummanlar ağlar.
Serpilen yıldızlar her gece ağlar.
Aciz Sultan-Abdurrahman Gök
NAKKAŞ: Nakkaş, daha çok kitap resimleri yapan sanatkâra sıfat olmuştur. Nakkaş: İpek, ibrişim, renkli tire ve yünlü elişi gibi işlere denildiği için bu işleri yapan sanatkârlara da nakkâş denilirdi. Türklerde nakkaşlık, eskiden beri bilinen bir sanat kolu olup, kökü dokuzuncu yüzyıla kadar iner. Bu yüzyıldan kalma eserlerde Türklerin bu alanda çok ileri gittikleri görülür. Osmanlı Devrinde görülen kitap resimlerinde (minyatürlerde) daha çok manzara, mimari (kale, saray, ev gibi) cansız varlıklar ve tabiat manzaraları nakşedilmiştir. Fâtih ile Kanuni devri arasında nakkaşlıkta bir gelişme oldu. Nakkaşlar, Kanuni devrinde en güzel eserlerini verdiler. Osmanlının yetiştirdiği; Sinan Bey, Baba Nakkaş, Kara Memi, Nakkaş Osman, Matrakçı Nasuh, Seyyid Lokman, Levnî gibi nakkaşlar eserleriyle kendilerinden bahsettirirler. Osmanlı devrinde nakkaşlar da diğer sanatkârlar gibi esnaf teşkilâtına bağlı idiler.
Yetenekli Kalemler'de önceki yazılar...