İçimizdeki canavar uyanınca neler oldu?

A -
A +

HİKMET KÖKSAL
hikmetkoksal@gmail.com

ABD’nin Boston eyaleti merkezli misyoner teşkilatı Amerikan Board (ABCFM) tarafından 1854 yılında kurulan Bursa Amerikan Koleji, Türk kız öğrencilerin Hristiyanlaştırılması faaliyetleriyle 1920’li yıllarda gündeme oturmuştu. 1925 yılından itibaren okuldaki kız öğrencilere telkinlerde bulunulduğu ve ayin yaptırıldığı, okulda İngilizce şarkı diye çocuklara İncil’den ilahiler ezberletildiği, talebelere hediye olarak teslis ve Hristiyan inancını anlatan kitaplar dağıtıldığı iddiaları gazetelerde yer almıştı.
1927-28 eğitim-öğretim yılında Kamran, Nemika, Muadelat ve Seniha adlı 4 kız öğrencinin okulun misafirhanesinde vaftiz edildiğinin ortaya çıkmasıyla patlak veren olayı, dönemin gazeteleri manşetten verdi ve Bursa Amerikan Koleji kapatıldı.
1924 yılında Tevhid-i Tedrisat Kanunu kabul edilince, Amerikan mektepleri Türkiye’de kalıp kalmama tartışmasının içerisine girmişti. Ama Osmanlıdan kalma İslami müesseselerin tek tek kaldırılması kendilerini cesaretlendirdi ve faaliyetlerini sürdürme kararı aldılar.
Amerikan mekteplerinde “Karakter Oluşturma” adıyla bir ders yer alıyordu. Bu dersi, aslında birer Protestan papazı olan beden eğitimi öğretmenleri veriyordu. Hocalar, ahlak dersi anlatıyoruz diyerek, dinî hisleri zayıf olan ailelerin çocukları üzerine yoğunlaşıyorlardı. Bu çocuklara yavaş yavaş ve isim vermeden Hristiyanlığı anlatıyorlardı. Talebelere, İngilizce dersinde Protestanlık ilahilerini ezberletip “İsa’ya dua edersen baban zengin olur” gibi basit mantıkla çocukları tanassur ettirmeye çalışıyorlardı.
Bazı kızların günlüklerinde kullanması yaptıklarının ortaya çıkmasına yol açtı.
Bazı Türk öğrenciler Hristiyan yapılan kızların günlüklerini okuduğunda, “Osman Gazi Türbesi’nin yıkılıp, üzerinde çan sesi yankılanmasını istiyorum” gibi ifadeleri fark edip ailelerine anlatınca, konu devlet yetkililerine aksettirildi. Yapılan takibin neticesinde, Bursa Amerikan Kız Kolejinde yapılan tanassur (Hristiyanlaştırma) faaliyeti ortaya çıktı.

Karakter önemlidir!
Karakter, kişinin ahlaki olanı yerine getirme kabiliyeti, doğru olanı yapmaya yanlışı terk etmeye sevk eden psikolojik yapı. Karakter eğitimi ise kişideki bu psikolojik yeteneği güçlendirme gayreti olarak tanımlanabilir. Karakterin, etrafımızda olan biten her şeyden bir tuğla almakla birlikte adalet, saygı, vefa, sorumluluk almak, dürüstlük gibi herkes tarafından benimsenen değerlerin eğitimle kazanılabilir olduğu kabul edilmektedir.
19. yüzyıl boyunca ABD ve Birleşik Krallıkta devlet okullarında verilen “karakter eğitimi” dersleri güçlü bir şekilde Protestanlık temelliydi. Zaman geçtikçe sayıları artan Katolikler bu tek yanlı Protestan temelleri zorlamaya başladı. İncil’in hangi versiyonunun okunması gerektiği şiddetli çekişmelere sebep oldu. Öte yandan artan şehirleşme, sanayi toplumuna geçiş ve yükselen refah okullardaki karakter eğitiminin Hristiyanlıktan ayrılıp sadece “Tanrı’nın varlığına inanma” çemberinde laik bir konuma evrildi.
1860’lı yıllarda Oxford ve Cambridge üniversiteleri öncülüğünde İngiliz üniversiteleri, amaçlarını dinî kurumlar ve dinî prensiplerden ayırmaları ile ahlak yerine tamamen yeni standartlar koydular. Öğrencilerin ahlaki ve şahsi gelişmelerine cevap verecek bu yeni standart, üniversitelerin eğitim amaçları arasına giren “karakter eğitimi” idi.
ABD’deki gelişmeler de aynı paralelde oldu. Amerika’nın ilk dönemlerinde İncil; ahlak ve din hakkında bilgilendirmenin temel kaynağıydı. Daha sonra devlet okullarında “kimin İncil’i okunacak?” konusunda çatışmalar çıkınca karakter eğitiminin bütün milletlerin filozofları tarafından öğretilen, tüm aydın inançlar tarafından tasdik edilen “laik ahlak” temelli yeni versiyonu ortaya sürüldü. Bunun liderliğini yazar William Holmes McGuffey’nin çıkardığı (1980-1873) ondokuzuncu yüzyıl ortalarından başlayarak ABD çapında birçok okulun standart okuma metni hâline gelen “McGuffey’s Readers” isimli seri ders kitapları yaptı. İncil’in okullarda bir ders aracı olarak kullanımının tartışılır hâle geldiği, hatta bu konuda anlaşmazlıklar ortaya çıktığı dönemde  (ilki 1836’da yayınlanan) altı zorluk seviyesinde hazırlanan dizi günümüzün ders kitaplarından farklıydı. Yazarının adını taşıyan “McGuffey Okuyucuları”nda İncil’den hikâyelerin dışında şiirler, kahramanlık hikâyeleri ve öğütler vardı.
Okuyucularına ahlaki değerler vaaz eden dinî mesajlar içeren McGuffey’s Readers” 1836-1890 yılları arasında 122 milyondan fazla kopyası ile Amerikalılara ulaştı.
20. yüzyıla geldiğimizde karakter eğitiminin temelini zorlayan akımlar daha güçlendi. Giderek yaygınlaşan pozitivizm ve sekülerleşmenin etkisiyle dinden soyutlanmış değerler eğitimi benimsenmeye ve uygulanmaya başladı. Avrupa’dan gelen pozitivizm sonucunda ahlak, kişiye özel göreceli bir konuma geldi. Yeni “karakter eğitimi” programları hiç kimseyi dışarıda bırakmıyordu.

HOLİSTİK DİN!
Bu yeni “Holistik Din”de, hiçbir politik düşünce, dinî veya kültürel ön yargı olmaksızın herkesin üzerinde anlaştığı altı etik değer -dürüstlük, saygı, sorumluluk, adil olmak, diğerkâmlık, vatandaşlık- esas alınmaktaydı. Bu program, temel insani değerlerin dinî ve kültürüler farklılıkları aştığı, bütün farklı dinî inançlara tabi olsalar da veya hiçbir dine mensup olmasalar da iyi karakterin temeli sayılan “etik değerler” üzerine oturmaktadır.
Batı’da materyalizmin güçlenmesi ile din hayattan çekildi, kilise çöktü veya kilisenin çökmesi ile birlikte materyalizm de yavaş yavaş güçlenmeye başladı. Bilhassa kilisenin zaaflarını istismar eden 18. asır ansiklopedistleri, Hıristiyanlığa olan husumetlerini, mücerred dine kadar uzatmakla kalmadılar, insanın maneviyatçı fıtratına kadar saldırmaya başladılar. İnsana düşman kesilen materyalistler, gerisin geri “hayvan insana” doğru koşmaya başladı...
Din elbisesini çıkarınca ruhen sığınacak liman bulamayan toplum, tıpkı, seviye ve alakaya doyamamış çocuklarda görülen “oburluk” gibi korkunç bir “maddi tüketim ihtirasının” pençesine düştü. Yeni slogan veba gibi her yana bulaştı. “İçinizdeki canavarı uyandırın! Herkes, kendisini kişisel mükemmelliğe adayabilir, hayatta istediği herhangi bir şeyi yapabilir, başarabilir ve elde edebilir...”
Hâlbuki manevi değerlerin hor görüldüğü ve gözden düşürüldüğü cemiyetler, madde karşısında daha hırslı duruma gelmekte, birer “dünyaperest” kesilen insan yığınları, manevi ve mukaddes değerlerin yerine maddeyi, parayı, lüksü, israfı, maddi zevk ve eğlenceleri koymaktadırlar.
Trajik olan bu akımı İslam ülkelerindeki dinde reformistlerin “Yaşamak istiyorsak kendimizde itimad-ı nefis hâsıl edelim” sloganı ile “Müslümanlar, rızkın ezelde ayrıldığına inanır. Kerîm olan Allah’ın onu geçindireceğini düşünür. Yolun neresinde kırılıp dağılacağı bilinmeyen eski bir araba gibi, herhangi bir tesadüfün ona göstereceği maişet yolunda sürüklenir. Kazancını çalışarak artırabileceğini düşünmez. Fazla çalışmaya lüzum görmez. Tembel, mütevekkil oturmasında dinin tesiri böyledir” diyerek inşa ettikleri “holistik dine” malzeme yapmaları oldu.
Oysa Allah’a tevekkül etmek için, ahkâm-ı ilâhiyyeye uymak lazımdır. Bu da bütün ince noktalara ehemmiyet verdirir. İslamiyet, hem çalışmayı hem de tevekkülü birlikte emretmektedir. Tembel oturup da “tevekkül ediyoruz” diyenler, bu iki vazifeden birini yapmayan kusurlu ve dinin beğenmediği kimselerdir. Çünkü İslâmiyet’in iki emrinden birincisini yapıyor, ikincisini yapmıyorlar. Bunları kötüleyen reformcular da, birinci vazifeyi bırakıp, ikincisini istemekle, kötüledikleri kimseler gibi ayıplı, kusurlu oluyorlar. Hatta bunların hatası, çalışmayanların hatasından daha büyük oluyor. Çünkü biz insanlar, elimizden geldiği kadar çalıştıktan sonra, Allah’a tevekkül ederek, işimizin karşılığını Allah’tan beklemek ihtiyacında bulunduğumuz gibi, çalışırken reformcuların bildirdiği nefs kuvvetini alırken bile nefsimize o kuvveti veren Allah’ı unutmayarak asıl yenilmez kuvvetin Allah’ı unutmamakta olduğunu düşünerek, ondan yardım beklemek üzere ikinci bir tevekküle muhtacız...
Bugüne geldiğimizde, dört yanı, ruhu ve bedeni maddeyle kuşatılan toplumlar giderek artan suç oranları, yaygınlaşan şiddet, cinsel sapkınlıklar, alkol ve uyuşturucu bağımlılığı, silahlı saldırılar, toplumsal yozlaşmanın altında kaldı.
Hâlbuki İslam, Seyyid Ahmet Arvasi’nin ifadesiyle “Madde ile yetinmeyip manaya, üç boyutlu müşahhasla yetinmeyip medeniyete, yaratık ile yetinmeyip Yaradan’a ulaşmak isteyen insanı alkışlamaktadır.”

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.