Dünya savaş sarmalından hiç kurtulamadı

A -
A +

Prof. Dr. Ebubekir Sofuoğlu
Sakarya Üniversitesi Öğretim Üyesi
ebusofu@gmail.com

Demokrasi, insan hak ve hürriyetleri, hukukun üstünlüğü, savaş değil diplomasi, dünya barışı gibi kelimelerin çok sık dile getirildiği şu dönemlerde barışın yaşandığı ya da barış ihtimallerine verilen şansların arttığı bir düşünceye kapılmamalıyız.
Dünyadaki global ya da bölgesel barış ne geçmişte vardı ne de şimdi... Eski çağlara, hatta daha gerilere kadar götürdüğümüz ve dünya tarihinin baktığımız her bölgesinde ne yazık ki hep savaşlarla karşı karşıya kalıyorduk. “Karanlık Çağlarda” yaşayan medenileşmemiş topluluklar için savaşlar kabul edilebilir görünse de güya “medeni toplumların” yaşadığı bugünlerde savaşların varlığı kabul edilemez gelmektedir. Bu arada güya yazının bulunmasından önceki toplumlara “Karanlık Çağlar” tanımlamasını da yazının, insanlığın ilk evresinde olmadığı saçmalığını da hem kabul etmediğimi hem de bilimsel bulmadığımı söylemeliyim.
Savaşları, karanlık dönemlerin alametifarikası diye tanımlayıp sözlü ve yazılı olarak eski dönemlere hapseden anlayış, modern dünyayı idrak ettiğimiz şu günlerdeki savaşları nereye koyacaktır acaba?
Ne geçmiş dönemler daha karanlık ne de şimdiki modern dönemler daha insanidir. Eğer tam doğru bir tahlil yapılacak olursa geçmiş dönemlerin daha insani devirler olduğunu kabul etmek daha akla ve ilme yakın olacaktır. Zira bugün eskisinden çok daha öldürücü savaşlar, çok daha geniş kitleleri katleden, soykırıma tabi tutan kitlesel konvansiyonel silahlar, eskisinden daha yüksek miktarlarda insan ölümlerine sebep olmaktadır.

İDDİA EDİLEN NEYDİ?
Hâlbuki iddia edilen bu değildi. Yaygın kanaate göre; savaşlar, işgaller, kitlesel ölümlere yol açan saldırılar artık geride kalmıştı. Modern dönemler, bu tür kanlı saldırıların olmadığı/olmayacağı zamanlar olacaktı. Hatta Birleşmiş Milletler’in kuruluş anlaşmasına göre 1945 yılı itibariyle savaş yoluyla toprak kazanımı da yasaklanıyordu. Yani bundan böyle hiç kimse silahının ve askerinin gücüne dayanarak başka ülkenin toprağını işgal edemeyecekti. Tabii bu maddenin bir istisnası vardı: Saldırı karşısında elbette müdafaa hakkı olacaktı. Fakat ne yazık ki bu tür maddeler bulundukları yerlerde yazıldığı gibi durmuyorlardı. 1945’ten önce de tıpkı 1945’ten sonra olduğu gibi işgaller yaşanmaya devam etti. Bu işgalciler arasında ilk sırayı İsrail teşkil ediyordu ve İsrail’in işgalciliğinin bambaşka bir yönü vardı.
İsrail, işgallerini BM’nin aleyhteki tüm kararlarına rağmen yapıyordu. BM’nin, “İşgal edilen toprakları iade et” çağrılarına uymuyordu. Hatta yeni yeni işgallerle de saldırganlığına devam ediyor, modern dünya da bu sürekli işgallere karşı hiçbir şey yapamıyordu. 1945’teki BM kararına rağmen işgalleri sürdüren bir diğer devlet de dünyanın süper gücü, BM’nin kurucu ve en güçlü üyesi ABD’nin de içinde olduğu Batı idi. Batı, İsrail gibi pervasızca işgal yapmıyor, yaptığı işgalleri de tabiri caizse kitabına uyduruyordu! Batı, yaptığı işgalleri kendilerinin de veto hakkına sahip üyeleri olduğu BM Güvenlik Konseyi kararları uyarınca ya da işgal edeceği bölgeye barış, demokrasi götüreceği iddiasıyla yapıyor, bölgede işgalci olmadığını ve kalıcı olmayacağını söylüyordu. Gerçekten de Batı bir süre sonra işgal ettiği yerlerden askerlerini çekiyor ama bölge işgal edilmeden önceki durumuna bir daha geri dönemiyordu. Bir defa çekildiği bölgelerden tamamıyla ayrılmıyor oraya bir miktar asker ve üs bırakıyor bir de çekilirken idareyi bırakacağı yöneticileri de kendileri belirliyorlardı.

“DEMOKRASİ” İHRACI!
Kendilerinin belirlediği idareciler, bir müddet sonra o ülkenin kendi halkı tarafından demokratik şekilde değiştirildiğinde ise Batı oraya demokrasi götürmek için tekrar aynı “zahmetlere” katlanıyordu. Bu safhalar hep böyle devam edip gidiyordu. Batı, geri kalmış fakat kaynak zengini petrol, doğalgaz, altın madenlerine sahip ülkelere barış, demokrasi götürüyordu. Ancak bu ülkeler kârlarını-zararlarını bilemeyip Batılıların yerleştirdiklerini değil de kendi millî liderlerini iktidara getirip düzeni bozduklarında demokrasi havarileri gelip o ülkede “barışı ve demokrasiyi” yeniden tesis ediyorlardı. Tabii Batı demokrasiyi tesis ederken bu kendilerine karşı çıkan o ülkenin millî insanlarını terörist diye damgalayarak bertaraf ediyordu.
Artık savaşlar ve işgallerin ancak bu şekilde modern dünyada yeri kalmamış oluyor! Gerçekten de savaş ve işgaller bitmiş oluyor değil mi?
Aslında yanlış olan, Batı’nın savaş ve işgal dönemlerine son verdiği iddiası değildir. Yanlış olan Batı’nın bu iddiasına inanılmasıdır. Onların tüm iddialarına rağmen savaş ve işgaller, hızından hiçbir şey kaybetmeden devam ederken biz de bittiğine kendimizi ikna etmeye çabalıyoruz.
Eski çağlardan bugüne savaş ve işgallerin olmadığı bir 50 yılı göstermek mümkün değildir. Böyle bir 50 yılı gösteremezken artık sert dönemlerin bittiğini söylemek, temellendirilemeyecek basit bir iddiadan öteye gitmeyecektir.
O hâlde savaş ve işgalleri döneminin bittiğine neden inanmalıyız. Bu faciaların bitmesi elbette her normal insanın isteyebileceği bir taleptir ancak böyle bir şeyi istiyoruz fakat bitti denilmesine rağmen âdeta her sabah yeni bir savaş veya yeni bir işgal haberiyle uyanıyoruz.
Bu durumda, sadece hayatını sürdürmeye çalışan yalın insanlar olarak nasıl bir tutum içinde olmalıyız? Neye inanmalıyız? Doğru olan hangisidir acaba!..

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.