Anlaşılamayan ve anlatılamayan Seyyid Ahmet Arvasî Hoca

A -
A +

PROF. DR. OSMAN KEMAL KAYRA

Seyyid Ahmet Arvasî’nin savunduğu Türklük, köklerinde Fransız İhtilâli kokan, Osmanlıyı yıkmak için Avrupa’nın desteğini alan, sapık müçtehit taslağı Ali Suavî’nin rüyası Jön Türklerin ve onun ayrık otu gibi büyüyen devamı İttihat ve Terakki’nin beşerî bir din gibi algılanan Türkçülüğü olamazdı.

Milletlerin düşünce tarihleri, yaşadıkları devirlere göre farklılıklar gösterebilir. Mütefekkirler, doğruyu tavsiye eden yanlıştan sakındıran toplum mühendisleridir. Fertlerin sırt sırta vermiş iki hayatları vardır: Dünya ve ahiret… Bu ikisini birbirinden kesin çizgilerle ayırmak fertleri ve toplumları bunalıma sürükler. İnsan, nasıl madde ve ruhtan meydana gelen bir varlıksa, maddeyi önceleyip manayı ötelemekle psikosomatik hastalıklara yol açılmış olur. İslâmiyet dünya ve ahireti iki ayrı âlem olarak almakla birlikte bunları birbirinin tamamlayıcısı olarak görür. O hâlde ferdi mutlu edecek sistem bu ikiliyi beraber kabul etmekle mümkündür. Beşerî veya muharref dinlerin bu dengeyi kuramamalarından, mutsuz insanlar ve mutsuz toplumlar giderek çoğalmış ve çoğalmaktadır. İslâmiyet’in ibadat kısmını ahiret; muamelat (münakehat ve ukubat da dâhil) kısımlarını ise sadece dünya için görmek büyük gaflettir. İslâmiyet bütünüyle dünya ve ahiretin vazgeçilmez unsurunu, insan olarak alır.

Anlaşılamayan ve anlatılamayan Seyyid Ahmet Arvasî Hoca

YANLIŞ REHBERLER
Dünya düşünce tarihini yalnız felsefî ekollere bağlayıp filozofları vazgeçilmez rehberler sanan gafiller, Peygamberân hazerâtını yok sayan eblehler şunu unutmasınlar ki, bilgi problemi (epistemoloji) yıllar boyu sırrını değiştirerek koruyan bir felsefî sistemdir. Bu konuya ışık tutan ilk çağlardaki Tales gibi filozofların asli ilgi alanı metafizikti ve kâinatın aslî maddesini araştırıyorlardı. Bilgi kadîm midir, başka bir şey midir gibi problemler arasında İslâmiyet, şu düsturu koydu: İlim "Âlim ve Alîm" olan Allahü tealaya aittir. Bu müthiş gerçekten ilk önce “vahiy” yoluyla peygamberân-ı izâm  hazerâtı şerefyâb oldu; sonra da ilim için cehdeden âlimler bu payeye ulaştılar.
O hâlde asıl âlim, Allâhü teâlânın vahiy yoluyla aydınlattığı nebî ve resullerden ilham alan kişidir.
Toplumsal başkalaşımın mimarları veya toplum mühendisleri büyük vebal altındadır. Dünyayı tek eksenli kabul eden komünist, faşist, kapitalist vs. sistemlerle, toplumu fertten veya ferdi toplumdan üstün gören öğretiler hep arıza vermiştir. İktisâdî bir sistemin kurucusu iken dünyayı fitneye boğan Karl Marks, aklî tenkitçi İmmanuel Kant, Platon, Aristoteles, Rene Descartes, Friedrich Schelling gibi birçok filozofun fikirlerinden ilham alan Georg Wilhelm Friedrich Hegel veya Auguste Comte’nin verdiği adla Emile Durkheim nam agnostik filozof, özellikle İttihad ve Terakkî devrinin hayranı olduğu daha birçokları her zaman olduğu gibi hep tartışılmaya başladılar ve öyle de devam edecektir. Düşünceleri beşerî planda aktif sahaya aktarılan filozofların öğretilerinin şakirtleri dünyayı ya kana buladılar veya beyinleri allak bullak ettiler. Bu fikirler çölde susuzluktan kıvranan insana tuzlu su verip “Su verdik ya!” diyen sistemlerdi.

1870 SONRASI OSMANLI TOPLUMUNDAKİ KIRILMALAR
Bu tarihten sonra Osmanlı toplumu kabuk değiştirmeye başlayınca düşünce sistemimizde fay kırıkları meydana geldi.
Bu devirde Ziya Gökalp bir perspektife yön veren ve yaşadığı zamanın manifestosunu yazdığına inanılan bir sosyologdu. Evveli, bir dinî muhitin sonrası reformist bir alanın beslediği değişkenlik timsali… "Türkçülüğün Esasları” adlı eseri her zaman tartışmalara açık olmuştur. Gökalp, Durkheim’ın toplumsal şuur sosyolojisi ile onu reddeden Gabriel Tarde’ın karmaşık sosyal sarmalı arasında sıkışıp kalmıştı.
“Türk’ün Yeni Âmentüsü”nü yazıp Yahud, mezarlığına gömülen Moiz Kohen (Tekinalp) Munis, Mûsâ adlarını da kullanmış olan ilk Türkçülerdendir.
David Leon Cahun “Gökbayrak”, “Asya Tarihine Giriş Türkler ve Moğollar” adlı kitapların yazarıdır. Kitapları Türkçeye çevrildiğinde Türkçülerin büyük ilham kaynağı olmuştur.  Yahudi asıllı Fransız'dır.
Armin Vanberi de 1910’da kurulan “Turan Cemiyeti”nin onursal başkanıdır. Teodor Herzl’in yakın dostu olup Türkoloji araştırmaları bahanesiyle fitne unsurlarından biri olmuştur.
Bu konuda 20. asrın ilk ciddi ve şümullü düşünürü Hilmi Ziya Ülken’dir. Eserlerinden bilhassa “Aşk Ahlâkı”, “Allah” ve “İnsânî Vatanperverlik” kitapları incelenmeye değer. Ama eksik olan bir şey vardı bu müktesebatta. Meselâ Farabi, İbn Rüşd gibi düşünürlerle İmam-ı Gazalî’yi aynı paralelde incelemek bir noksanlığı işaret ediyordu. Hakikatte Ülken çok önemli bir düşünürdü ama millete göre süspanse idi. İlim dünyası kendisinden faydalandı, ama sîne-i millette ma’kes bulamadı.
İlk Türkçülük akımları sosyolojik bir yaklaşımken giderek ırkî teamüllerin dinî bir hüviyete bürünmesiyle tartışılır bir hâle geldi.
Türk veya başka bir ırktan olmak bir realitedir. Osmanlı Devleti bir imparatorluk olduğu için bir ırkî temel üzerine oturtulamazdı. Osmanlının son zamanlarında hem Türkçülüğü hem de diğer ırkların varlık savaşını körükleyen dış kaynaklı ajanlar, “Pan-İslâmizm”e karşı “Pan-Türkizm”i körüklediler. Bu Osmanlıyı yıkma planlarının en tesirli hareketiydi. Gerçi 1770’lerde “Göktürk Kitabeleri”nden haberdar olmaya başlayan Batı ilim dünyasına mukabil, 1926’da Necib Âsım Bey’in bu konuda yazdığı makaleye kadar kitabeleri tanıyamayan Osmanlı için de bu bir eksiklikti.
Mesele açıktı: Hem İslâm’ı hem de Türklüğü takdim ve tehir hesabına girişmeden İslâm’ı temel değer alıp sosyal realitede Türklüğü kabul eden, İslâm’ın insanî ve toplumsal evrenselliğini benimseyip Türk’ün hamaset ve şecaatini İslâm’la bağdaştıran, Batı’yı referans almadan Ehl-i sünnet inancını baş tacı eden, Türk’ün neyi nasıl düşündüğünü, neyi neden sevdiğini Batı’dan alınan dar kalıplarda görmeyen, Sahâbe-i kirâm efendilerimizin muhteşem fedakârlığı ile Türk’ün 5000 yıllık tarihindeki şecaat, celadet, hamaset özellikle adâletini temel unsur gören, Türk ve İslâm gibi düşünen ve en mühimi de öyle yaşayan, Yahya Kemal’de buğulu bir hayal gibi terennüm edilen Osmanlı-Türk ruhunu kristal bir vazo gibi sarıp sarmalayan, Türk gibi gülen, Türk gibi kızan, Türk gibi nükte yapan İslâmiyeti bu faaliyetlerin zarfıyla örten ‘Türk-İslâm Ülküsü’nü düstur edinmiş bir rehber, bir mütefekkir lâzımdı…

TÜRK İSLÂM ÜLKÜSÜ
Bu alanda emeği geçen çoğu rahmetli olmuş bulunan Erol Güngör’ü, Mehmet Eröz’ü, Mümtaz Turhan’ı, Cemil Meriç’i, İbrahim Kafesoğlu’nu, İlhan Egemen Dârendelioğlu’nu, Gâlip Erdem’i Osman Yüksel’i reddetmeyip, bazılarının fikirlerini kendisine azık eden bir mütefekkir, yeni nesli Türk-İslâm potasında yoğuracak bir isim lazımdı. Bu kişi fetret devrine bir lutf-ı ilâhî olarak bu nesle önder olan Seyyid Ahmet Arvâsî idi. "Asrın Yesevî'si" adını ihraz eden Hoca, Türk genciyle bütünleşti. Hazret-i Hüseyin sulbünden gelen bu seyyid, şerefli bir geçmişle, şanlı bir geleceğin habercisi idi.
Sunî olarak devreye sokulan protokol Türkçülüğü, sığ, isyan ve nefret dolu bir anlayıştı. Aşağıdaki gibi ve benzeri birçok şiir dayatmaları Şeyhülislâm Mustafa Efendi’yi ve birçok saf halis Anadolu Türkü'nü varlıklarından kopardı. İşte o ucubelerden birisi:
“Millet adın zikredelim bir kere // Vâcip oldur cümle işte Türklere
Şevk ile Türk'üm dese bir dem lisan // Dökülür cümle hüzün misl-i hazan
İsm-i pâkin pâk olur zikreyleyen // Her murada erişir Türk’üm diyen”
İşte Arvasî Hoca’nın kabul etmediği bu Türkçülüktü. Arvasî’nin savunduğu Türklük, köklerinde Fransız İhtilâli kokan, Osmanlıyı yıkmak için gayr-i müslim tebaa ve Avrupa’nın desteğini alan, sapık müçtehit taslağı Ali Suavî’nin rüyası Jön Türklerin ve onun ayrık otu gibi büyüyen devamı İttihat ve Terakki’nin dayatması ve beşerî bir din gibi algılanan Türkçülüğü olamazdı.
O, hamâsî ve ahlakî karakteriyle Türk’ün genlerindeki her şeye hayran olan, Sultan Abdülhamid’e “Gök Sultan” diyen, “Türk Tarihinde Mes’eleler” adlı eseriyle tarihimize en objektif yaklaşımı gösteren, istisnasız her Osmanlı sultanından övgü ile bahseden Hüseyin Nihal Atsız’ı çok sayar; Cinnet Mustatili’nin surlarına gedikler açıp ebede sahip çıkan, İslâmiyeti fikrî hayatına yapıştıran, Abdülhakîm Arvasî Efendi’nin manevi feyiz dünyasından nasibini alan, aristokrat, silahsız İslâm mücahidi Necip Fâzıl’ı çok severdi.
O, Jean Paul Sartre’ın dünyevî “Var Oluşçuluğu”nu değil, ilâhî varlığın “lâ mevcûde illallâh” sırrından hareketle “Lâ ma’bûde illallâh” deryasında yok olarak var olmayı tercih etti.
Sigmund Freud’un psikanaliz kuramı ile emmâre nefis baskısı altında gelişen tekniğinden hareketle şehevî duyguların dehlizinde rûhî hastalıklara şifa arayan olmak yerine, âlem-i emrin lâtifesi olan rûha, ilâhî reçeteler sunmayı yeğledi.
Arvasî Hoca, Atsız’ın hamâsi Türkçülüğü ile Necip Fâzıl’ın İslâmî Türk milliyetçiliğini birleştirip buhran devri gençliğine mükemmel bir çıkış yolu gösterdi.
Arvasî Hoca ile on iki senelik bir muarafemiz olmuştur. Meslektaş, ağabey ve insan olarak tanıdığım Arvasî Hoca “hubb-i fillâh” çerçevesinde Hazret-i Osman letâfetinde; buğd-i fillâh çerçevesinde Hazret-i Ömer celâdetinde idi.
1970’lerde gençlik fırka fırka bölünmüştü. Her bölük bir tarafa akıyordu.
Vatanı için, bayrağı için, dini ve milleti için canını hiçe sayan bir nesil neşvünemâ buluyordu. Bu çilekeş nesil, çoğu saf, temiz yoksul Anadolu çocuklarından oluşan bir dervişan grubu gibiydi. Bir baş arıyordu bu nesil. Siyasî lider Alpaslan Türkeş Bey inançlı ve aksiyoner bir liderdi. Gençleri etrafında toplamayı başardı. Ama bu nesle bir Hoca Yesevî, bir Dede Korkut, bir Molla Gürânî, bir Molla Husrev, bir Akşemseddin gerekiyordu. Fikirtepe’deki Eğitim Enstitüsü’nde vazife yapan bir grup hocanın da rehberi olan Arvasî Hoca, Allahü teâlânın lütfu olarak bu gençliğin manevi lideri oldu. Türkeş Bey’in özel sevgisini kazanan Hoca MHP’nin MKYK üyesi de olmuştu. Kendisi gibi bir insanın siyasetle ne işi olabilir sorularına şu cevabı vermiştir: “Ben, bu kadar idealist gencin bir arada olduğu bir topluluğu yalnız bırakmanın vebaline katlanamam.”
O, birçok kişi tarafından yazılmış veya anlatılmıştır. Ama onu hakkıyla tanıyanlar çok sınırlıdır. Onu yazmak ve anlatmak için evvela onun hayatına uyguladığı Ehl-i sünnet düsturunu kendi hayatına uygulamalıdır. Hoca, bir Türk’ün tam bir Müslüman gibi nasıl yaşayacağını, nasıl düşünmesi gerektiğini formüle eden kişidir.
“Türk İslam Ülküsü” adlı eserler zinciriyle düşünceden siyasete, sanayiden bedayie çok geniş bir yelpazede Türk’ün günlük hayatını tanzim ederken, “Kendini Arayan İnsan”da kişinin şuurunun oluşmasındaki İslâmî temayülleri vurgulayıp “İnsan ve İnsan Ötesi”nde de aynı konulara devam etmiştir. “Diyalektiğimiz ve Estetiğimiz”de ise en çok ihmal ettiğimiz bedia halkasını terbiye ediyordu. Bu eserinde estet fikdanına temas etmiş ve sanatın hedefinde dinî yaklaşımları hassasiyetle incelemiştir, Türkiye gazetesindeki “Hasbihal” yazılarıyla bir inanç halkasını tahkim etmiştir…
Anadolu’da yerleşen sadattan, Türk milletinin mefahirini yazan bir muharrir, bir eğitimci ve sosyolog olan Hoca, aynı zamanda muhtasar “İlmihâl”i ile gençlere kolay ve anlaşılır bir de inanç rehberi sunmuştur. Bu eserin özellikle ön sözü Mektûbât-ı şerîfe’nin can alıcı noktalarını dercetmiştir.
Hoca, irtihal-i dar-ı beka eyleyeli 31 sene oldu. O, Ebâ Eyyûb el- Ensârî”nin Konstantıyniyye (İstanbul) topraklarında şehit düşmesinin bir işaret olduğu inancında idi. Bu kutlu şehadetin manası, bu milletin uzun müddet, hatta kıyamete kadar İslâm’ın bayraktarlığını yapacağının işaretiydi.
Ahmet Arvasî’de1500 yıllık İslâm ahlak ve fazileti, 5 bin yıllık Türk tarihiyle cem olmuştu. Millî şuurun, sade kan ve gen olmadığını, bilakis üst seviyede bir idrak işi olduğunu ilan etmişti. Onun yetiştirdiği binlerce genç ona tâbiiyetini teyit ederken, onu anlayamayanlar süratle istikâmetlerini ondan ayırdılar. Ülkücü camianın temerküz noktası, Arvasî Hoca’nın Sünnî-içtimâî rüyasının Türk şahikası olan Türk İslâm Ülküsü çatısıdır.
Vefatı, genç yaşta üfûlü, üzüntü verici olmakla beraber müktesebatının hamûlesi olan kitapları ve imanlı gençler, onu yaşatmaya devam edecektir.
Allâhü teâlânın rahmeti bu çilekeş idealistin üstüne olsun inşallah…

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.