Avrupa'nın toplayıcı-avcısı "Yunanistan"

A -
A +
Günün konusu, Yunanistan'daki seçim sonuçları değil, hâlâ içinde bulunduğu borç krizinden nasıl çıkacağı. AB'nin bu yükten kurtulmak için ne kadar daha sabredeceği merak konusu. Yaşadıkları bizi de ilgilendiriyor; ne de olsa komşuyuz. Krizler, ülkelerin kendi hayat tarzlarının sonucudur. Komşunun kötü bir huyu var: Kazandığından fazla harcamaya alışmış!..
Ülke ekonomilerinin bizim bildiğimiz aile bütçelerinin yönetiminden farklı bir yönü yok. Bazı ülkeler çalışıp didinip alın teri ve emekle üretici ve rekabetçi bir yapı kazanırken bazıları da halen çağ dışı bir ekonomik anlayış olan toplayıcı-avcı sistemden medet umabilir.
Bu ilkel ekonomik modelin hoş gelen bir örneği Afrika'da Kalahari çölündedir.
Kalahari Çölünde yaşayan Kung Kabilesi  besinlerini doğrudan doğadan; irtibatlı bulundukları hayvanlardan ya da bitki ve meyvelerden toplayarak elde etmektedirler..
Kung'ların bu tavrı, kıtlıktan veya yokluktan değil, tembellikten ve doğanın sunduğu zengin ikramdan faydalanmak içindir.
Tarım gibi, beslenmek için hem çevresel etkilere hem de diğer insanlara ihtiyaç duyulan bir işlemi gerçekleştirmeyip, sürekli olarak kamp alanlarını değiştirirler, ancak dediğimiz gibi bu kıtlıktan değil, doğanın sunduğu zengin ikramdan yararlanmak içindir.
Araştırmacı Richard Lee uzun süre aralarında yaşadığı Kung'lardan birine neden toprağı işleyip tarım yapmadıklarını sormuş. Bu soruya şaşıran Kung'un cevabı: "Dünyada bu kadar çok Mongongo fıstığı varken neden toprağı ekelim?"
Bana öyle geliyor ki her Yunanlıdan fedakârlık istendiğinde "neden AB varken fedakârlık yapalım ki?" demektedir.
Sağlam bir ülke ekonomisinin dışarıdaki itibarı geliri ile harcamaları arasındaki dengeye bağlıdır. Eğer kazandığınızdan fazla harcar hak ettiğinizden fazla sarf etmeye devam ederseniz aradaki fark cari açığınızdır ve alacaklı kredi kurumları eninde sonunda bu para için kapınıza gelecektir.
Yunanistan'ın aldığı borcu borç takası suretiyle ödeyerek zaman kazanma yolu da artık kalmamıştır. Bu durumdaki Hükümetlerin bunun kabul etmesi yetmez. Toplumun kabul etmesi gerekmektedir. Çok daha radikal tedbirler aramakta ama bir türlü tembelliğini ve bedavacılığını kabul etmemektedir.
Sermayesini kaybeden bir iş adamı hatıratında bir akşam sahile gidip kendine "ben battım bunu kabul ediyorum" diye dertlendiğini yazmıştı.
Yunan halkı bunu hiç söylemek niyetinde değil!
Kendisinden fedakârlık isteyen her siyasetçiye "sen git diğeri konuşsun" diyor.
Bu beleşçi toplumların, tarihte sıkça bilinen bir tavrıdır.
Musa aleyhisselamın kavmi Sih Vadisi'nde Helva ve bıldırcın eti  (men ve selva) yemekten bıkınca Musa aleyhisselama "Biz bunlardan bıktık bize biraz da sebze getir yiyelim" demişler. Musa aleyhisselam da  "Bu mümkün ama sebze ekilebilir yerler Amalika denilen kavmin elinde ve onlar da topraklarını bize savaşmadan bırakmaz. Mücadele etmemiz gerekir" deyince İsrail oğulları Musa aleyhisselama "Biz savaştan anlamayız sen ve Rabbin git onlarla savaş, bize sebze getir" demişler.
Toplum paradigması kolay ve ucuz değişmiyor.
Musa aleyhisselamın kavmi de Sih Vadisi'nde 40 yıl dönüp durmuş ve sebzeye kavuşmak ancak bir nesil sonraya nasip olmuş.
Eğer içinde yaşanan çevre bir topluma emek sarf etmeden ve hak etmeden yaşayacak kadar hayat hakkı tanıyorsa durum açık bir tehlikedir. Bu birey ve toplum için alışkanlık haline gelirse, değişmesi için bir neslin değişmesi gerekebilir.
Bana sorarsanız, tüm Avrupa açısından bakıldığında dramatik gözüken bu durum yeni bir dünya düzeni içinde tutunmaya çalışan Avrupa Birliğinin tasfiye sürecinin başlangıcıdır.
Yunan ekonomik krizi ile AB'nin baraj gövdesi çatlamıştır...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.