Her yer gurbet

A -
A +
Malkoçoğlu, Kara Murat ve Battal Gazi gibi birçok filme imza atan Yeşilçam'ın usta oyuncusu Cüneyt Arkın önceki gün hayatını kaybetti. 300’ü aşkın filimde başrolde oynayan Cüneyt Arkın’ın 1964’te Yönetmen Halit Refiğ’in teklifi ile rol aldığı ilk filmi “Gurbet Kuşları” siyah beyaz film kuşağından günümüze sarkan bir klasiktir…
 
Senaryosu, Orhan Kemal'in “Gurbet Kuşları” adlı romanından uyarlanan film, daha iyi bir hayat sürebilmek umuduyla Anadolu’dan İstanbul'a göç eden bir ailenin verdiği mücadeleyi anlatır. O yıllarda izleyicinin ahlar vahlar ile izlediği film, bugünün toplumunu gelmekte olan sosyal bir felakete karşı uyarıyordu.
 
Bugüne geldiğimizde seküler hayatın sert rüzgârı her kuşağı bir tarafa savuruyor. Geçmiş zamanlardaki gibi insanın insanla ve insanın şehirle arasında güçlü aidiyet bağlarını yok ediyor.
Toplumun bütün kesimlerinde çok hızlı, baş döndürücü sosyokültürel çözülme, özellikle de muhafazakâr çevrelerde tehlikeli bir sekülerleşme yaşanıyor: Bildiğimiz anlamda bütün aidiyet biçimleri biterken, toplumu, sadece çıkarın, menfaatin, öne çıktığı bir durumla karşı karşıya bırakıyor.
 
Artık köyler, kasabalar ve küçük kentlerde yaşayanlar da yalnızlıktan şikâyetçi. Küçük şehrin büyük yalnızları da içlerindeki gurbetle savaşıyor. Sorun mekânla ilgili değil doğrudan insanla ilgili. Kendimizi tanımıyoruz, nereye gidersen git, her yer gurbet.
 
15.05.2017 günkü “Gurbet Kuşları” başlıklı makalemde vurguladıklarım aynen geçerli. Değişen tek şey giderek artan yalnızlığımız.
 
Kendisiyle kavgalı insan kolay yolu seçip hasmını dışarıda arıyor. Herkes başkasını düzeltmekten vakit bulup kendisine bakmayı akıl edemiyor. Yaşadığı çevrenin bir parçası olmayı reddedip ona patron olma savaşına giriyor. Sonuç mağlubiyet, ödül mutsuzluk, çözüm başka diyarlara göç.
 
Çoğu insan hâlâ daha iyi bir hayat sürmenin yolunun, altyapısı, konut sorunu çözülmemiş, iş imkânları dar ilden göç etmekte arıyor. Tabii savaş yeni kentte tekrar başlıyor. İnsan kendisinden nereye kaçabilir ki?..
 
Yeşilçam’ın usta yönetmeni Halit Refiğ’in daha iyi bir hayat sürebilmek için küçük bir kasabadan “Altın Şehir” dedikleri İstanbul’a göç ettikten sonra birbirinden kopmaya, parçalanmaya başlayan bir ailenin hayat mücadelesini anlattığı “Gurbet Kuşları” filmi, bu hayali kovalayanların trajedisini anlatan ilk Türk filmiydi (1964).
 
Ama içeride kaybedip büyük şehirde aradıkları her neyse onu büyük şehir vermedi. Şehirler canlıdır ve çok kıskanç olurlar. Zenginliklerini kendilerine ram olanlarla, kendilerine benzeyenlerle paylaşır efendilik taslayanlarla değil.
 
Nitekim “Gurbet Kuşları” ağır hasar alıp geriye, hafızalarına, terk ettikleri şehre geri dönüş yolculuğuna başlarken itiraf etmek zorunda kalırlar. “… Bu şehri fethetmek hayaline kapılmak hatalarımızın başlangıcı oldu. Sırt sırta verip çalışacağımıza herkes kendi havasına daldı. Kendimizden hiçbir şey katmadan bu şehrin nimetlerinden istifadeye kalktık. İşte bunun için başaramadık.”
 
Kabaran mal mülk, servet ve şöhret sahibi olmak iştahımız bizi önce geçmişimize sonra şehrimize yabancılaştırıyor, kendi ailemizde, mahallemizde nihayetinde şehrimizde “Gurbet Kuşu” yapıyor. Bir kere yabancılaşma başladı mı artık her yer gurbet.
 
Sorsanız “Kendin kalarak, yaşadığın şehre değer katmak için ne yapardın?” Hiç tereddütsüz şöyle derdim: “Şehrin hafızasını, gölgelerini açık eder, genç nesillerin tanımasını fark etmesini sağlayacak teşebbüslerde bulunurdum. Aile, şehir ve toplum hayatını parçalayan yabancılaşma ancak müşterek değerler paylaşıldığında yerini aidiyet duygusuna bırakır… Ancak o zaman bir ailede birey, mahallede komşu, şehirde hemşehri olunur…”
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.