Bodrum ve çatı katı tarih oldu

A -
A +

Bakmayın şimdi öğrenci yurtlarının otel kalitesinde olmasına...  Eskiden yurt vardı da kalmadık mı?

Talebe evlerinde uzuuun yıllarım geçti, arkadaşlarımız umumiyetle Anadolu çocuklarıydı. Bunların paraları az gönülleri zengin olur, paylaşmaya bayılırlar.
Misal gariphanede 7 kişi kalıyorsunuz, değişerek giyinirsiniz, o senin paltonu, sen onun parkasını. Her gün başka mont, başka kaput, trençkotlar, yağmurluklar…
Cebinden bir gün İbelo çakmak çıkar, bir gün çakarsın Ronson’la. Saatin sık değişir, Seiko, Citizen, Orient, Nacar…  
Üstünde çorba içecek para olmaz ama evde tencere kaynar nasıl olsa. Onların harçlığı biter seninki gelir, atarsın ortaya.       
Üniversite ekime doğru açılır, gurbetçi refleksi ile ağırdan alır, sallarsın, birkaç hafta. O bahane, bu bahane bakmışsın kasım aralık olmuş, neredeyse sömestr başlayacak.
Erzurum otogarında inenler iki şaşkınlık yaşar. Bir kere ilk adımda kayar sertçe otururlar buza. İkincisi, ikiye doğru ikindi okunur, sen öğleyi kılacaksındır daha.
Kalacak yer ciddi sıkıntıdır. Şehirde talebe çok, yurt azdır. Kredi ve Yurtlar da şimdiki gibi güçlü değildir daha. Birileri mezun olacak ki yer açılsın sana... Oteller el yakar, üç beş arkadaş bir araya gelir, başlarsınız ev aramaya. Perdesiz pencere gördün mü yapışırsın kapıya. Lakin talebeye ev vermezler, öyle ya adamın kızı var, kısrağı var, neden bekâr alsın aile arasına.

Bodrum ve çatı katı tarih oldu

YÜRÜ VAROŞLARA!

Mecburen şehrin iki ucuna gidersin, ya Palandöken yamaçlarına, ya Kombina civarına. Gece kurtların uluduğu kuytulara.
Şehrin bittiği yerde bitememiş evler olur, yarı inşaat. Çatıda demir filizleri durur, amcam devam edecek parası olursa.  
Buralarda aile durmaz, ver talebeye kurutsun, yazın çıkartırsın nasıl olsa.
İşte öyle bir ev tuttuk, ana bile mırın kırın etti komşular. Aramızda İlahiyat okuyan arkadaşlar vardı, sesleri güzel, kıraatleri aliyyül âlâ. Akşam mahalle mescidine gittik, mihrabı ele geçirdik. Muhalefet bitti o gün itibarıyla.
“Peki yemek” diyeceksiniz. Herkese gün yazılır, haftada bir gelir sıra.
Nöbetçi akşamdan saati kuracak, sabah müezzinle kalkacak, sobayı yakacak, milleti namaza uyandıracak. Gidip ekmek alacak, kahvaltı hazırlayacak. Akşam yemeği de ona ait, üstüne çay demleyecek, hatta ağalara elma portakal soyacak, leblebi çekirdek ayarlayacak.
Yere sofra bezi serer, tepsiyi koyardık ortaya. Ekmekleri ikiye kırarsın, bu sana, şu sana, birlikte kaşık atarsın aynı kaba... Yemeği müteakip bulaşıkları yıkayacak ve “kabul kaydı şartıyla” teslim edeceksin arkadaşına... Dersi filan unut, yorgunluktan uyuyup kalırsın soba başında.

AŞ BANA KALDIYSA

Yemekler talebe klasiği, tarhana, bulgur ve patates oturtma (kartol derlerdi orada).
Benim yaptıklarımı severlerdi, makarnayı dümdüz çıkarmaz, harcına domates biber doğrar, üstüne peynir maydanoz serperdim ayrıca. Arkadaşlar patatesleri soyar doğrar, salçalı suda kaynatırlar. Ben ilaveten bi bezelye konservesi açarım, olduğu gibi içine boca. Meğer konservenin suyu süzülürmüş, meğerki geçmiş ola.
Rahmetli ninemden tarif almıştım “bir irmik, bir buçuk şeker, iki su.”
Evet helva da kavururdum keyfim yerinde olursa, şimdiki ölçülerimize göre çok tatlı ama ne yapsan gidiyordu o kalabalıkta. Tereyağını kim kaybetmiş ki sen bulasın, sanki margarini ayıracak gurme mi var aramızda! İçine fıstık atmış, üstüne tarçın serpmişim ne isterler daha?
Ecevit devrinde yoklukla tanıştık. Yağ yok, tüp yok, şeker yok, çay yok, sigara yok. Samsun-Maltepe bile Bulgaristan’dan gelir, kağıdı harbiden naylon, düğüm atsan kırılmaz ve tuhaf kokar.  
Erzurumlular çay tiryakisidir, tekelden mal geldi mi bakkallar tezgâh altına atar, eşe dosta ayırırlar. El gün sorarsa kaşları kalkar. Sağolsun bizi kayırıyorlardı, bakıyor talebe, ver gitsin çocuk nereden bulacak?  Demlikten çıkan çayı kurutup tekrar kaynatan arkadaşları bilirim. Renk koku kalmıyor ama insan sıcak bir bardak tutmak istiyor orada, hani dışarda tipi uğuldayınca...

Bodrum ve çatı katı tarih oldu

TALEBEYE EV VERİRLER DE YARIM İNŞAATLARDA!

Kömür TKİ uhdesindeydi, pazarda satılmaz, parayla alınmaz. Ücreti yatırır makbuz elde beklersin. Onca yerli yetikli varken sıra mı gelir sana? Günlerce gider gelir boş dönersin akşama.
O gün işletme okuyan bir arkadaşın vakti müsaitmiş “ben gideyim” dedi. Ufak tefek, sarışın, elma yanaklı bir çocuk. Nitekim bir insan evladı çıkmış, “verin şu delikanlıya da” demiş, kepçe gelip iki atın çektiği arabayı doldurmuş, hem çamurundan “torpağından” değil temiz tarafından. Baskül başındaki emmi birkaç kesek daha atmış ibre oturmuş tamam.
Hayvanlar ilk ivmeyi vermekte zorlanır, kayışlar gerilir, ayakları kayar, kan ter içinde kalırlar. Hareket etti mi kolay, artık iyi kötü akar.
İçimizde o kadar büyükşehir çocukları, cerbezeliler, hakkını savunanlar var, boşa gidip geldiler defalarca, en sessiz sedasızı kömürü aldı dönüyor. Çocuk nasıl sevinmesin, harbiden karizma.  
At arabacıya evi gösteriyor “dur dönüp yanaşalım” diyor, genişten alıyor. O zamanlar evler az, her yer arsa. Zemini bilmek ne mümkün, dize kadar kar.
Turu tamamlayamadan yer yarılıyor, araba içine düşüyor, meğer fosseptik kuyusu varmış, nerden gelsin aklına? Çukurun üzerine eğreti bir kontrplak atmışlar, dayanır mı yüklü arabaya?
Gitti mi bizim kömür.
Yeni dosya da açtıramazsın, muhtar aynı adrese evrak vermez bir daha.
Nur içinde yatsın bir marangoz büyüğümüz vardı (Hacı Sırrı), onun tahtalarını çuvallayıp çuvallayıp götürür, çatır çatır yakardık sobada.
Haza insandı “adaaam sende” der güler geçer, gıkı bile çıkmaz. Tahta ucuz birşey değildi oysa, baya bi para.

SOBA BACA

Camlar kış boyu buzdur, tırnağınla kazırsın açılır bir parça. Ya da hohlarsın saydamlaşır, arkanı dönersin rücu eder aslına.
Bu da bir nimet, perde peşinde koşmuyorduk hiç olmazsa. Mutfak camına da gazete yapıştırmışız, tül mül arama.   
Soba yakmayı beceremezdim, kurcalar kurcalar söndürürdüm sonunda. Bu alet kedi değil ki mıncıklayasın. Bizimki iyice ters, küsmek gibi bir huyu var.
Neticede kafam atar deviririm gaz bidonunu, içinde kara kara dumanlar dönmeye başlar. Uzaktan bir kibrit atarsın. Bum! İnfilak!
Nasıl parlar biliyor musun kapaklar zıngıldar.
Yangın mı?
Yok canım, ne eşyamız var ki yansın, dört taraf çıplak sıva. Sırılsıklam, badana bile görmemiş daha.
Henüz bacalar yapılmadığı için rüzgarlı havalarda geri basar, bir tütmeye görsün içerisi gıpgri duman. Cizre kömürü de nasıl pis kokar, üstünüze başınıza siner, kül tablasına çevirir adeta. 

ÇÖP EVDEN HÂLLİCE

O sabah bir arkadaşımızın annesi ile ablası gelecekti (tabii ki kız bakmaya, ne olabilir ki başka?)
Erkenden çıktık, terk-i mekân. Teyzemler bütün gece yol yapmış olacak, yatsın dinlensinler biraz.
Akşam bi geldik mutfak bomboş, bitmiş yağ tenekelerini, sirke şişelerini, turşu bidonlarını, pekmez kavanozlarını, kese kağıtlarını çöpe atmışlar.    
Cücüklenmiş soğanlara, morarmış patateslere acımamışlar. Hadi küflü kavurmayı, yeşillenen salçayı anladım da göğermiş peynire niye taktılar?
Yok, mercimeklerimiz kurtluymuş da filan, laf. Pişirip duruyorduk işte, hiç rast gelmemiştik onlara.  
Cam pervazlarını sarı sanıyorduk meğer beyazmış onlar. Vim, Fay, Pop’la bir girişmişler, Mintaksla babam Mintaksla. Bizim kararmış tencereleri tavaları telle ovmuş parlatmışlar. Bardaklar pırlanta kesilmiş, fayanslar akça pakça çıkmış ortaya.
Tamam anladık pistik. Ama delikanlı (kendi oğlu) azarlanıp, nam edilir miydi konu komşuya?

Bodrum ve çatı katı tarih oldu

PEKİ YA ŞİMDİ?

Şimdi de kolay değil. Büyük şehirlerde kiralık ev bulmak bi dert, tutmak ayrı dert. Daha eşya temin edeceksin de, elektrik, su doğalgaz, ısıtma, soğutma, kapıcı parası, site aidatı nasıl olacaksa.
Allah velilere kolaylık versin, orta direğin boyunu aşar.
Üstelik gençler hazıra alıştı, sanmam ki pazara çıksın, sebze ayıklasın, bulaşık yıkasınlar… Bir öğrenmişler sipariş. Parmaklar telefonun tuşlarında.  
Getir götür! Dağ mı dayanır hazıra?
Mevzu nereden açıldı diyeceksiniz? Geçen İhlas Vakfı Başkanı Mahmud Kemal Aydın’ı ziyarete gitmiştim, baktım veliler gelmiş yurt bakıyor çocuklarına.
Bir de bana anlatın dedim, talebe olsam kalır mıydım acaba?
“Bir kere ucuz” dediler, “İhlas Vakfı vergi muafiyetine sahip, yurtlarımızda kalanlara devlet beslenme barınma yardımı yapıyor. Ücretin yarısı öğrencinin banka hesabına yatıyor. Bu büyük bir fırsat, ev tutanlar yararlanamıyor.

AYDINLIK, FERAH, SICAK

Kahvaltımız zengin peynir, zeytin, yağ, bal, reçel, yumurta… Sınırsız çay, ekmek, sabah tok çıkacaksın yola. Öğlen üç kap yemek, bazen tatlı da olur yanında. Akşam desen ona keza. Aşçılarımız gerçekten mahir, kaliteli malzeme temin ediyoruz. İdareciler de aynı sofraya oturuyor. Evet anne eli başka ama bizimkiler de ev yemeğini aratmaz.
İstersen odanda (her talebeye masa) çalışabilirsin. Gece belli bir saatten sonra etüt salonuna.
Kaloriferli 24 saat sıcak su. Kantinde çay içebilir, tost yiyebilir, dev ekranda maç seyredebilir, pinpon turnuvalarına katılabilir, aletli spor yapabilir, kamelyada oturabilir, kütüphaneyi kullanabilir, 7/24 açık internetten ücretsiz istifade edebilirsin.
Belli günlerde doktor geliyor. Hepsi bir yana, yurtlarımızda kardeşlik havası hâkim, tarihî ve turistik mekânları geziyoruz. Boğaza, Adalara uzanıyoruz, tarihçi arkadaşlar yalıların konakların hikâyelerini anlatıyor. Her hafta bir açiğ köfte yoğuruyoruz sonra.
Daha evvel bizden mezun olanlar ara sıra uğrar, birikimlerini aktarırlar.  Yurdumuzdaki Afrikalı öğrenciler akıcı İngilizce ve Fransızca konuşuyor. Pratik yapmak için bulunmaz fırsat.
Alt sınıftakiler çözemedikleri problemleri ağabeylerine sorar.
Ayda bir ünlü bir ismi davet ediyoruz, bir konferansımız oluyor sohbet tadında.
Her katta mescidimiz var, isteyen Kur’ân-ı kerim öğreniyor.

MUHABBET OLUNCA…

Çocuklar biraz olsun telefonlarından ayrılıyor, konuşuyor şakalaşıyor, insan tanıyor, dostluk kuruyor.  Yoksa yalnızlığa vuracak, sıkışıp kalacaklar tuşla ekran arasında…
Annesine bile “yemek hazır mı” diye mesaj atan gençler burada gülmeye güldürmeye başlıyor, cemiyet insanı oluyor.
Ben okulumu vaktinde bitirecek, ailemin yükünü alacak, memlekete faydalı olacağım diyen varsa gelsin, yurtlarımız tam onlara göre. Branşını ciddiye alanlar bizim imkânlarımızla fevkalade başarılı olurlar. Zaten anne ve babaları da bunu bekliyor.
Anadolu’da 35 yurdumuz var. Bazı şehirlerde 2 -3 tane hatta. Diğerleri de üç aşağı, beş yukarı aynı ayarda…
Telefonumuz gün boyu açık 0212 451 49 00’dan bilgi alabilirsiniz pekâlâ.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.