Beyler, beyler gündemi lafla doldurmayın!..

A -
A +

Evet, ne yazık ki, hâlâ daha Türkiye laf üretmekten öteye gidemiyor. Ülkeyi içinde bulunduğu derin ekonomik krizden kurtarmak, hukuki ve siyasi reformları gerçekleştirerek geri kalmışlığı ortadan kaldırmak ve nihayet Avrupa Birliği ile bütünleştirmekle görevli Ankara, sadece polemik ve spekülasyonla siyaset yaptığını zannediyor... Şu hale bakınız, koca iki hafta, neyle geçti? Devlet Bahçeli, Mesut Yılmaz'a hem de Başbakan'ın önünde falanca soruyu, (Orduyu silkeledik, sıra MHP'de dediniz mi) sordu mu? Beklendiği gibi Yılmaz inkâr ediyor! Bahçeli fırsatı kaçırır mı? Hem de Türkiye'nin savunması ile ilgili en kritik görüşmelerin yapıldığı Cheney ziyaretinde partisine mensup savunma bakanının dışlanması konusunu da unutturmak gerekirken... Yılmaz'ın kaçamak ifadelerle savuşturmaya çalıştığı konuyu, şimdiye kadarki ketumiyetinden uzak bir şeffaflıkla açıklıyor Bahçeli... "Evet, Yılmaz'a sordum. Hem de iki soru sordum. Birincisi kardeşiniz Turgut Yılmaz'ın Milliyet'e ortak olduğu doğru mu? İkincisi de... (Yukarıda geçen askerle ilgili soru)." Haydi gelin şimdi işin içinden çıkın! İşte Ankara bu minval üzere. Diğer taraftan Kemal Derviş de "Kriz bitti..." diyor. Bu sefer başka bir polemik. Kriz bitti mi bitmedi mi? Krizin bitmediğini, kolay kolay da bitmeyeceğini en iyi bilmesi gerekenlerin başında Kemal Derviş geliyor. Bu arada başka polemikler de var. Muvazzaf veya emekli generallerin her söylediğinde mutlaka bir hikmet vardır yaklaşımı ile ilgili, ilgisiz; bilgili, bilgisiz pek çok kişi başlıyor spekülasyon yapmaya. Ve tabii ülkenin hukuk sistemi de, milli siyaset kavramı da delik deşik oluyor... Bütün bunlar olunca da elin oğlu fırsatı kaçırmıyor. İşte AB Komisyonu'nun genişlemeden sorumlu üyesi Günther Verheugen Kıbrıs konusunda Türkiye'yi köşeye sıkıştırmaya çalışıyor. En haklı davamızda bile bize "işgalci" deme cür'etini gösterebiliyor. Ankara'daki zaafiyet sürdükçe daha başka şeyler de oluyor. Hükümetin temsil kaabiliyetini gölgeleyecek tarzda resmi temaslar oluyor. Daha açıkçası Cumhuriyet tarihinde ilk defa, ABD'nin Başkan Yardımcısı gelip, karşısında Genelkurmay Başkanı'nın başkanlık yaptığı heyet görüşmesi yapıyor. Bu heyette Dışişleri Bakanı da yer alıyor. Peki Avrupa Birliği böyle bir görüntü veren Türkiye'yi, yani seçilmişlerin değil de atanmışların siyaset belirlediği bir ülkeyi (Mesut Yılmaz "maalesef askerleri ikna edemiyoruz..." itirafında bulunuyor) "demokratik" vasfına sahip kabul ederek üyeliğe alır mı? Ama sözde Türk halkının yüzde yetmiş sekizi AB'ye taraftar ve Türkiye de bütün imkanlarıyla bu ortaklığa girmeye çalışıyor! Yani, demek istiyorum ki, gündemi lafla doldurmayalım. Eğer lafla peynir gemisi yürüseydi şimdiye kadar AB'ye girmiştik. Kısacası bize icraat lazım. Laf değil!

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.