Anlık ve günlük tartışmalar

A -
A +

Türkiye'de, en ciddi, en önemli, en kapsamlı, en kritik (başka sıfatlar da ekleyebilirsiniz!) tartışmalar, ne yazık ki hep anlık ve günlük olarak yapılır. Ve bu tartışmaların yayılma dalgaları ile süresi, cereyan ettikleri an veya gündeki "konjonktür"e göre, bir de medyanın iltifatına bağlı olarak değişir. Oysa, toplumu ve ülkeyi çok yakından ilgilendiren, doğru bir neticeye bağlanması için de, mutlaka planlı programlı, uygun ve yeterli zamana ayarlı olarak yürütülmesi şart olan bu kabil tartışmaların hak ettikleri ciddiyet ve ehemmiyetten mahrum bırakılmaması lazımdır... Ama genellikle zevahiri kurtarmak için, bazen sırf bir şey yapmış olmak için, bazen gündemi değiştirebilmek için, bazen de bir bahane bulmak için ve nadiren de konuyu gerçekten dikkatlere sunmak için bu tartışmaların kapısının aralandığını görüyoruz. Son günlerde ortaya atılan iki konu çerçevesinde kalarak, meselelerin nasıl geçiştirildiğine, ya da saptırıldığına bir göz atalım; Birinci konu "Başkanlık Sistemi"... Bu mesele ilk olarak rahmetli Turgut Özal tarafından gündeme getirilerek tartışmaya açıldı. Ancak o dönemde siyasetçilerin çoğunun konuya son derece soğuk bakması, hatta Süleyman Demirel ve diğer bazı isimlerin şiddetle karşı çıkması üzerine, tartışma geniş tabana yayılamadı. Başkanlık sistemi hakkında siyasi çevreler yeterli bilgiye de sahip olmadığından, konu dar bir akademik çevrede bir süre tartışılıp bir kenara itildi. O dönemde bu mesele ile ilgili olarak ciddi çalışma yapan ve bugüne kadar da peşini bırakmayıp, fırsat buldukça gündeme getirmeye çalışan akademisyenlerden biri, şimdiki Anayasa Komisyonu Başkanı olan AK Parti İstanbul Milletvekili Sayın Burhan Kuzu'dur. Diğerleri çabuk yoruldu!.. Cumhurbaşkanlığı döneminde bir ara, Sayın Demirel de, "dün dündür bugün bugündür" mantığıyla olsa gerek, daha önce şiddetle eleştirdiği başkanlık sistemini, bu defa çözüm yolu olarak göstermişti. Ama tartışma yine kısa ömürlü olmuştu. Son olarak Başbakan Erdoğan aynı konuyu gündeme getirdi ama, Baykal'ın "Padişahlık mı istiyorsun?!" ithamıyla ve de 23 Nisan resepsiyon boykotuyla neredeyse hiç tartışılmadan unutulmaya yüz tuttu... Halbuki bu mesele öyle hemen bir kenara atılacak kadar önemsiz mi? İkinci mesele de yargı bağımsızlığı ve özgürlükler konusudur. Son birkaç yılda, yüksek yargı organlarının başkanları belli gün ve zamanlarda yaptıkları açıklamalarla bu hayati meseleyi kamuoyuna duyurdular. İlk önce yanlış hatırlamıyorsam, Yargıtay eski Başkanı Mehmet Uygun emeklilik merasiminde, "Yargı mensuplarının vicdanları ile cüzdanları arasında sıkıştığını" ifşa ederek zihinlerde şimşeklerin çakmasına yol açmıştı. Daha sonra onun halefi Sami Selçuk, ki; aynı zamanda bu konuda geniş çalışma yapan ve önemli kitaplar da kaleme alan bir akademisyendir, insanı yerinden zıplatan açıklamalar yaptı. Son olarak şimdiki başkan Eraslan Özkaya, "Yargı Bağımsızlığından söz etmek mümkün değil..." şeklinde dehşetengiz bir açıklama yaptı. Keza Cumhurbaşkanı Sezer, Anayasa Mahkemesi Başkanı iken ve şimdiki Başkan Mustafa Bumin özgürlükler konusunda ve yargı erkinin durumu hakkında çok ama çok önemli açıklamalarda bulundular... Peki bütün bu hayati derecede önemli açıklamalar toplumda ve pratik hayatta ne kadar yer ve yankı buldu acaba? ...Efendim?! Yani Türkiye'de hâlâ daha en mühim meselelere (...mış) gibi yaklaşıldığını görüyorsunuz değil mi?

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.