Nükleer enerji, teknoloji ve güç…

A -
A +
Altmış yıllık hikâye nihayet gerçeğe dönüşüyor… Türkiye’nin ilk nükleer enerji santralinin temeline harç dökülmekle, ülkemiz hesabına pek çok alanda önemli gelişmelere de kapı aralanmış oluyor. 
 
Nükleer teknoloji ve onun getirdiği güç, 20. yüzyılda dünya ülkeleri arasındaki üstünlük mücadelesinin en belirleyici unsuru oldu… 19. asır tam da biterken (1896), radyoaktivite keşfedildi. Ancak atomun yıkıcı gücü 1930’larda anlaşıldı ve yaklaşık elli yıllık bir çalışma sonucunda ilk nükleer bombalar da imal edildi… Bu yarışta üstünlüğü ve önceliği Almanya’ya kaptırmamak için, Amerika, Kanada ve İngiltere ile uluslararası bir seferberlik başlatarak (40 laboratuvar ve 200 bin bilim adamının görev aldığı Manhattan Projesi…) istediği sonuca ulaştı. Amerika Birleşik Devletleri 1945 Ağustos’unda, Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki şehirlerine nükleer bombaları atarken, aslında Sovyetler Birliği’ne karşı da mutlak üstünlüğünü ilan etmiş oluyordu. Zira o tarihlerde atom bombasına sahip tek ülke ABD idi. Bu mutlak üstünlük 1949 yılına kadar sürdü. 1949 yılında Sovyetler Birliği’nin de atom bombasını yapmasıyla durum değişti. ABD’nin hidrojen bombasını yapması bu defa mukayeseli üstünlük sağladı. Ancak nükleer yarış devam etti ve Sovyetler’in, 1957’de Sputnik -1 uydusunu uzaya gönderip yörüngeye oturtmasıyla, bu defa kıtalararası gönderme araçları bakımından bir üstünlük sağlamış oldu… Özet olarak bu tırmanma karşılıklı sürdürülerek, her iki tarafın elinde binlerce nükleer başlığın temerküz ettiği bir “DEHŞET DENGESİNE” dönüştürüldü… Sonraki yıllarda İngiltere, Fransa ve Çin, nükleer silah kapasitesine ulaştı. Daha sonraları İsrail, Hindistan ve Pakistan da nükleer başlığa sahip ülkeler arasına girdi. Nükleer teknoloji ilk önce askerî amaçlarla inkişaf ettirilerek, insanlık adına büyük facialara alet edildi. Fakat daha sonra enerji, tıp ve başka alanlarda da bu kez insanlık yararına kullanılmaya başladı ve büyük neticeler elde edildi. Hasılı nükleer teknolojiye sahip ülkeler, bu bakımdan önemli avantajlara sahip ve farklı bir ligde rekabet ediyor… Bu girizgâhı, altmış yıllık hikâyemiz olan Akkuyu Nükleer Enerji Santrali’nin, nihayet hayata geçiriliyor olması münasebetiyle yaptım. Sadede gelirsek, böylece Türkiye de artık nükleer teknolojiye sahip ayrıcalıklı ülkelerden biri oluyor…
Altmış yıllık hikâye diyoruz… Zira Türkiye, Atom Enerjisi Kurumunun teşkilinde, ilk adımı 1956 yılında atmış. O zamanki adıyla Atom Enerjisi Komisyonu Genel Sekreterliği… 1980’lerde de kurum bugünkü statüsüne kavuşturulmuş. Türkiye altmış yıldır nükleer enerji üretme imkânı peşinde koşuyor. 1972 yılı Haziran ayında çıkan bir gazete haberini bugünkü gibi hatırlıyorum; ‘Mersin Akkuyu’ya nükleer enerji santrali kurulacak…’ Aradan geçen 46 sene boyunca bu türden haber ve yorumları sayısız kere duyduk ve dinledik. Bu meyanda nükleer enerji üretimi lehinde ve aleyhinde de hemen her gün kıyasıya çekişen haberler okuduk, izledik. Çevrecilik adına yürütülen kesif propagandaya rağmen, dünyanın otuzdan fazla ülkesinde hâlen işletmede olan 450’yi aşkın nükleer santral var. İnşaatı devam eden santral sayısı da altmış civarında… Geçen zaman zarfında, nükleer enerji muhaliflerinin görüşlerine argüman teşkil edecek, üç tane önemli nükleer kaza yaşandı. Kazaların vuku bulduğu santrallerin hepsi de birinci nesil teknoloji ürünü. Bugün üçüncü nesil teknoloji uygulanıyor. Akkuyu’da da öyle olacak… Türkiye, çeşitli zorluk ve engelleri bir bir aşarak, nihayet 2008 yılında Rusya ile nükleer santral için anlaşma yaptı. Anlaşma sonrasında, siyasi sebeplerle zaman zaman yaşanan duraklamalara rağmen, pek çok safahat tamamlandı ve nihayet santralin temeli atıldı. Her şey yolunda giderse 2023 yılında santralin ilk ünitesi işletmeye alınacak. Türkiye’nin enerji ihtiyacının yaklaşık yüzde 10’unu karşılayacak Akkuyu Nükleer Santrali, sadece enerji üretimi değil, nükleer teknolojiye sahip ülke olmak bakımından da bir önemli eşik. Bir diğer sevindirici gelişme de, santralde çalışacak mühendis kadrosunun bir kısmının da, Rusya’da altı buçuk yıllık eğitimini tamamlayarak göreve hazır olması… Kısacası Türkiye Akkuyu Nükleer Santrali ile birlikte farklı bir lige çıkıyor. Türk müteahhitlik firmalarının, santral inşaatında 7,5 milyar dolarlık bir iş hacmini deruhte edecek olması da, ayrı bir ekonomik avantaj.
Evet, temenni ederiz ki, ikinci nükleer santral için daha fazla gecikme yaşanmaz. Finlandiya gibi, İsveç gibi küçücük ülkelerin bile 4 – 6 nükleer santral sahibi olmasına dikkat isterim. İsrail’in daha 1960’larda nükleer teknoloji için harekete geçtiğini ve 1970’lere gelindiğinde, atom bombasına sahip olduğunu (Her ne kadar resmen açıklamasa da…) unutmayalım. Irak’ın ve Suriye’nin geçmişte bu alanda ciddi ilerlemeler kaydettiğini, İran’ın ise nükleer silah yapma kapasitesine çok yaklaştığını göz önüne alırsak, Orta Doğu’da bu alandaki yarış ve rekabetin hiç kesilmeyeceği gayet açıktır. Şu hâlde nükleer teknolojiye sahip olmak Türkiye için bir zaruret… Enerjide çok büyük oranda dışa bağımlı olan ülkemiz, nükleer enerji üretme kapasitesine ulaşarak, kaynak çeşitliliğini sağlama ve ekonomik büyümede sürdürülebilirliği güvenceye almak durumundadır. Aksi hâlde millî kalkınma ve büyüme hedeflerini yakalaması mümkün olmaz.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.