Neler olabilir, neler olmayabilir?

A -
A +
İstanbul yalnızca İstanbul değil, Türkiye’nin özeti olduğu için, son sandık sonuçlarının siyasete yansıması da İstanbul’la sınırlı kalmaz. Peki, iktidar ve muhalefet hesabına neler olabilir ve ne olmayabilir?   On yedi yıldır siyasetin lokomotifi olan AK Parti’nin, 23 Haziran’da aldığı sandık sonucu, orta ve uzun vadede pek çok şeye kapı aralayacaktır. Bu artık şüphe götürmez bir kesinlik kazanmış durumda… Elbette değişimler yalnızca iktidar kanadı hesabına olmayacak. Ama öncelikle bütün gözler ve kulaklar AK Parti cenahına dikkat kesilecek. Oradaki gelişmeler ülke siyasetinin genelini ve yönetim karakterini de birinci derecede belirleyici olacak!.. Zira mevcut şartlarda, CHP veya bir başka muhalif parti, AK Parti ölçeğinde Türkiye siyasetini şekillendirecek kapasiteye sahip değil. Bunun altını çizelim. Ancak son İstanbul seçimleri apaçık şekilde gösterdi ki, bu ‘ayrıcalık’ iktidar partisi için her zaman çantada keklik değil. İşte o yüzdendir ki, salı günkü grup konuşmasında; Cumhurbaşkanı Erdoğan şu önemli cümleyi seslendirdi: “Milletimizin verdiği mesajları görmezden gelerek, kulağımızın üzerine yatma lüksüne sahip değiliz…” Aslında bu cümle her şeyi özetliyor. Yani, âdeta sert bir fren mesabesinde olan 23 Haziran sandık neticesi, partinin hem yapısı hem de politikalarında ciddi bir revizyona gitmeyi mecburi kılmıştır. Fakat burada ince bir husus var; acaba daha önce olduğu gibi, halkın verdiği mesajın alındığını söyleyip, ona cevap mahiyetinde bir şeyler yapmama veya yeteri derecede mesajın alındığını gösterecek bir icraat ortaya koymama durumu nelere yol açar? Zira bugüne gelinceye kadar, aslında birkaç defa sarsıcı durumlar yaşandı. Mesela 2009 yerel seçimlerinde, Şanlıurfa’da yaşanan Eşref Fakıbaba olayı! Hatırlarsanız, ta Menderes döneminden tevarüs ettiği iddia edilen “Ceketimizi koysak kazanırız…” yaklaşımı, AK Parti yerel ve genel idare kademelerini fena hâlde mahcup etmişti. Aynen 31 Mart’ta olduğu gibi, Büyükşehir’de seçime bağımsız giren Fakıbaba’ya, Belediye Meclisinde ise AK Parti’ye oy vererek, kendisini dikkate almayanlara çok açık bir ders vermişti… Önceki yazılarda bahsini ettik, 2014 seçimlerinde ve 2017 Referandumu’nda uç veren talep ve şikâyetlerin; gereği gibi değerlendirilmemesi, bugünkü sonuçları getirdi. Bundan sonrası için de benzer şeyler mi olacak acaba? Bunu biraz da Sayın Erdoğan’ın kabine revizyonu için sorulan soruya verdiği cevaptan çıkarıyoruz; “Bu işler sipariş üzerine yapılmaz…” Elbette her parti kendi iradesi ve tercihiyle kararlar alır. Medyadaki manşetlere veya muhalif kesimlerdeki tenkitlere bakarak değil… Lakin burada da bir ince çizgi var. Umumi şartlar hususi durumlara göre daha belirleyicidir! Ne demek istediğimi siz anladınız… “Gerek 31 Mart’ta gerek 23 Haziran’da milletimize kendimizi niçin anlatamadığımızın muhasebesini yapacağız” sözü farklı açılardan yorumlanabilir. Dolayısıyla bu muhasebenin doğru biçimde yapılması gerekir. Yani 31 Mart öncesindeki ana söylem olan “beka meselesinin”, 23 Haziran öncesinde âdeta unutularak, bu defa seçimin yenilenmesi gerekçesini “Basit, çünkü çaldılar…” klişesi üzerine oturtma gayretleri hangi düşüncelere dayandırıldı acaba? Sisi mi, Mursi mi çıkışı anlık bir karar mıydı yoksa daha planlı bir fikrin yansıması mıydı? Adayların yarışı planlanmışken tekrar işi partilerin yarışına dökmek hesaplı bir karar mıydı? YSK kararının halk nezdinde ne derece kabul gördüğü veya “Çaldılar…” iddiasının, ne kadar inandırıcı bulunduğu hususunda, yeterince değerlendirme yapılmış mıydı? Kısacası 23 Haziran’da ortaya çıkan tablo ciddi şekilde irdelenmezse, hâlihazırda söylentileri dolaşan kabine ve parti içi revizyon seçenekleri de, bir noktadan sonra beklenen neticeleri vermeyebilir!.. Yazının başlığındaki sorular biraz da bu duruma dikkat çekmek için. Nelerin olabileceğine bakarak nelerin olmayacağına iz bulabiliriz. Kesin olan şu ki, bu defa vaziyet çok daha ciddi ve halkın verdiği mesajlara mutlaka bir karşılık gerekiyor. CHP’ye gelince, geçmişteki gibi bir “zafer sarhoşluğuna” düşmemeye dikkat ettiği görülüyor… Mesela 1977 seçimlerinde, CHP’liler TRT’nin binasını basarak, neden bizim iktidara geldiğimizi hemen ilan etmiyorsun gibi bir taşkınlık yapmışlardı. Özellikle Ekrem İmamoğlu’nun bu noktada çok özenli davranmaya çalıştığı seziliyor. Bu arada İmamoğlu için asıl zor dönem bugünden itibaren başlıyor. Artık ‘MAZBATA’ problemi kalmadığına göre, bakalım iddia ettiği üzere herkesin yüzünü güldürebilecek mi? Daha da ötesi, önümüzdeki dört yılı veya beş yılı çok iyi değerlendirerek, rüştünü ispat edip daha büyük görevlere soyunabilecek mi? Aksi hâlde, Nurettin Sözen’in Bedrettin Dalan’a karşı elde edip sonunu getiremediği yarım bir başarıdan öteye geçemez!..
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.