Merkel’in ziyareti

A -
A +

Almanya Şansölyesi Merkel, yakın geçmiş itibarıyla Türkiye’ye en fazla ziyarette bulunan siyasetçi oldu. Ancak ne yazık ki, Türk-Alman münasebetlerinin bu ziyaretlere paralel biçimde iyileştiği söylenemez…

 
Son elli-altmış yılda, Federal Almanya’nın yönetiminde başı çeken, iki temel siyasi akımdan hangisi Türkiye’ye daha “yakın” davranmıştır diye sorulursa, herhâlde tereddütsüz Sosyal Demokratlar (SPD) cevabı verilir… Hıristiyan Demokratlar (CDU) ise daha mesafeli durmuştur. Angela Merkel gibi, uzun yıllar iktidarda Kalan Helmut Kohl döneminde, iki ülke arasındaki ilişkilerin seyrinde, kolay kolay aşılamayan bariyerler hep var oldu. Oysa daha sonra iktidarı devralan Schröder zamanında, Türkiye ile Almanya arasında ilişkiler olumlu yönde ivme kazandığı gibi, Avrupa Birliği ile üyelik sürecinde de, o zamana kadarki en iyi ortamın vücut bulduğunu hatırlayalım. Angela Merkel, bugüne kadar Türkiye'ye en fazla ziyarette bulunan şansölyedir. Lakin Şansölyenin bu sıklıkla gerçekleşen ziyaretlerine paralel biçimde münasebetlerin iyileşme ve gelişme kaydettiğini söylemek mümkün değil. Almanya, hâlihazırda Türkiye’nin en büyük dış ticaret partneri. Ve hâlen bu ülkede yaşayan dört milyona yakın Türk var. Bunların bir milyondan fazlası aynı zamanda Alman vatandaşı. Keza her yıl Türkiye’ye gelen yabancı turistlerin içinde, Almanlar bazen birinci bazen de ikinci sırada yer alıyor. Buna benzer genel satır başlarını daha da çoğaltabiliriz. Özetle dikkat çekmek istediğimiz husus Almanya ve Türkiye’nin yekdiğeri için arz ettiği önemdir. Burada işin püf noktası tarafların birbirine bakış açısıdır. Daha açıkçası, iki tarafın birbirine atfettiği ehemmiyetle mütenasip olarak, dengeli-saygılı ve eşitlikçi bir ilişki kurmaya çalışıp çalışmadığıdır...
Almanya dünyanın dördüncü büyük ekonomisi ve Avrupa Birliği’nin fiilî lideri olarak kendisini farklı bir düzlemde konumlandırmak istiyor. Bu tavır bir yere kadar anlaşılabilir. Fakat devletler arası ilişkilerde mütekabiliyet yani karşılıklılık esasını da unutmamak lazım!.. Mesela Almanya’nın, Türkiye’de herhangi bir şekilde adi suç vakasına karıştığı için, burada yargılanan kendi vatandaşları için gösterdiği hassasiyet ve bir kısmı diplomasi çizgilerini de zorlayan çabalarını unutmayalım! Buna karşılık, Almanya’da Türklere karşı vuku bulan, ırkçı saldırıları ve yabancı düşmanlığını körükleyen ve dahi bir kısım siyasi platformlarda da destek bulabilen hâl ve hareketlere dikkat kesilelim… “Dönerci cinayetleri” olarak da anılan ve bir düzineye yakın Türk vatandaşının esrarengiz biçimde katledildiği, buna karşılık suç faillerinin bulunup cezalandırılması hususunda, Alman Devleti'nin nasıl ipe un serdiğini gayet iyi biliyoruz. Bu hadisede rol alma belirtileri hiç de az olmayan istihbarat servislerinin göz göre göre delil karartma ve ortadan kaldırma çabalarını sürdürdüğünü göz ardı edebilir miyiz? Keza dün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ortak basın toplantısında dile getirdiği üzere, terör örgütlerinin Almanya’daki Türklere karşı yaptıkları saldırıların mahiyeti ve Alman makamlarının bu olaylar karşısındaki tutumu, üzerinde dikkatle durulması gereken bir husus. Şansölye Merkel’in, Türkiye’de çalışacak gazetecilerin akreditasyon konusu kadar bu önemli meselelerle de ilgilenmesi gerekir herhâlde!..
Evet, görüldüğü gibi Almanya ile münasebetlerimiz hiç de güllük gülistanlık değil. Ama hepten olumsuz da değil. Çünkü her iki ülke için bu münasebetler oldukça değerli ve mutlaka daha üst seviyeye çıkarılması lazım gelir. Hem ikili ilişkilerde hem de Suriye ve Libya gibi bölgesel problemlerde, Türkiye ile Almanya’nın samimi iş birliği ve karşılıklı destek vermesi, zorlukların aşılmasında kesinlikle belirleyici sonuçlar verecektir. Almanya’nın bunun farkında olduğunu ayrıca belirtmeye gerek var mı? Angela Merkel’in ülkemize yaptığı bu ziyaretler zaten her şeyi anlatıyor. Düzensiz göç ve göçmen problemleri karşısındaki kırılganlığı sebebiyle, Avrupa Birliği’nin de bir nevi yükünü yüklenmiş gibi görünen Almanya, Türkiye’ye bu konuda hakikaten destek verilmesi gerektiğini çeşitli vesilelerle seslendiriyor. Ama bu konuda diğer AB ülkelerinden beklediği yaklaşımı gördüğünü söyleyemeyiz. Tek başına Almanya’nın yapabilecekleri elbette sınırlı. Kaldı ki, Almanya’nın da hareket kabiliyetini sınırlayan pek çok etken var.
Sadede gelirsek, Şansölye Merkel, Fransa Devlet Başkanı Macron’un ayakları yere basmayan Orta Doğu politikalarına nazaran, daha temkinli ve rasyonel bir tavır içinde. Bu yaklaşım, hem Almanya’nın Bölgeye dair hedef ve hesaplarının tahakkukunda hem de AB çerçevesinde olabilecek yansımalarda olumlu bir etki yapabilir. Merkel şüphesiz, Washington’a her zaman dikkatle kulak kesilecektir. Ama kendi ülkesinin menfaatlerinin korunması hususunda da, “Alman hissiyatını” hep önde tutacaktır. Burada Türkiye’nin önemini de, tarihî veçhesiyle birlikte mutlaka hep hatırda tutacaktır. Ziyaretlerin özü budur.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.