Cami, cuma ve Kâbe…

A -
A +
    Karantina zarureti sebebiyle, camilerin cemaatle namaza kapalı tutulması, birkaç günden beri haber konusu oluyor. Dün cuma namazının da kılınmaması, bu tartışmaları daha hararetli bir seviyeye taşıdı…    
Öncelikle ilgili dinî hükmü hatırlatalım; beş vakit namazın cemaatle kılınması sünnettir. Namazın camide cemaatle kılınması, cami dışında ev veya başka mahallerde cemaatle kılınmasından daha sevaptır. Cuma namazının da vücûb ve eda şartları vardır. Eda şartlarından biri eksik olursa, cuma sahih olmaz. Cemaatle kılmak cuma namazının eda şartlarındandır. Caminin herkes açık olması da yine cumanın eda şartlarından biridir. Bu muteber din kitaplarında bildirilen hükümdür... Bu kısa malumatı vermemizin sebebi, bazı yayın organlarında çıkan, eksik bilgi ve yanlışlarla dolu haberlerdir. Nedense bazı insanlar dinî konularda ahkâm kesmeye çok meraklı!.. Yalan-yanlış, kulaktan dolma veya kendi kısa görüşüyle yorumlayama kalktıkları dinî hükümler hakkında, o kadar cüretkâr şeyler söylüyorlar ki; Allah muhafaza kimi zaman dalalete, sapkınlığa baş aşağı gidiyorlar da haberleri bile yok!.. Başka sahalarda konuşurken, ikide bir ‘ben bu konunun uzmanı değilim’ diye sütre gerisine çekilenler, dinî meselelerde böyle bir tedbire başvurma ihtiyacı duymuyorlar. Hâlbuki, en dikkatli ve hassas olmamız gereken saha, dinî hükümler değil midir? Ne yazık ki, “cahil cesur olur…” sözü, günümüzde en çok da bu alanda hükmünü icra ediyor. Diyanet İşleri Başkanlığı, toplumun sağlığını tehdit eden salgın hastalık sebebiyle, camilerde cemaatle namaza ara verilmesini zaruri bir tedbir olarak devreye soktu. Ne var ki, bazı yerlerde bazı vatandaşlar bu karara tepki gösterip, hatta cami görevlilerine fiilî saldırıda bulunacak kadar işi ileriye götürdü. Bu sebeple de, cuma günü münasebetiyle buna benzer başka tatsızlıkların olmaması için, camilerin kapısını kilitlemek mecburiyeti hâsıl oldu. Esasen böyle bir tepkiye, gerginliğe hiç ama hiç gerek yok. Ve dinî bakımdan da zaten uygun değil. İnsanların dinî bilgileri noksan olunca, maalesef yanlışa düşmeleri de kolay oluyor. Şayet cemaatle namaz ve cuma namazı konusunda, insanlarımız doğru ve yeterli bilgiye sahip olsalar, emin olunuz ki, ilave tedbirlere, zorlamalara hiç ama hiç ihtiyaç kalmaz, kalmazdı… Diğer taraftan afet ve felaketlerin, salgın hastalıkların maddi ve şüphesiz manevi sebepleri vardır. Bunların da izahı yine muteber din kitaplarında çok mufassal şekilde yapılmıştır. Fakat günümüzde dindarlık konusunda pek bir hassasiyetleri olmayan, dini de ilahi bir nizam gibi anlamaktan ziyade, beşerî bir sistem, felsefî bir anlayış misali ele alan birtakım yazar-çizerler fena hâlde zehir saçıyorlar… Bunlar pozitivizmin 19. ve 20. Yüzyıldaki yaygın etkilerinin günümüzdeki mirasçıları pozisyonunda, dinin aslı olan vahyi bir tarafa bırakarak; ilahi emirleri ve hükümleri kendi kısa akıllarınca yorumlamaya ve bu şekilde empoze etmeye kalkışıyorlar!.. Bu yüzden de, gelen bela dalgalarında ilahi bir gazap ve ceza olabileceğini söyleyen Müslümanları da hurafelere inanmakla suçlayacak kadar küstahlaşabiliyorlar. Ne yazık ki, böyle tiplerden her devirde fazlasıyla örnek vardır. Yeryüzündeki en faziletli mabed olan Mescid-i Haram’ın, ibadete kapalı olması elbette en büyük hüzündür. Kaynakların yazdığına göre, bugüne kadar çeşitli sebeplerle Kâbe-i Muazzama, en az on dört defa ibadetlere kapanmıştır. Bunlardan birisi Hicri 317 senesi Zilhicce ayının 8’inci günü -Terviye günü- (Miladi 12 Ocak 930) Karmatilerin reisi Ebu Tahir El-Cinnâbî’nin vahşi bir canavar sürüsüne benzeyen çeteleriyle, Kâbe-i Muazzama’ya yaptığı baskın sebebiyledir. Bu baskında, hacca gelen binlerce Müslüman katledilmiş, Zemzem kuyusu cesetlerle doldurulmuş ve Hacer-ül Esved taşı yerinden sökülerek, Karmatilerin merkezi olan Hecer’e götürülmüş… (Hacer-ül Esved ancak otuz küsur sene sonra, tekrar getirilip yerine konmuştur.) Ne garip tecellidir ki, bu menhus adam, on dört sene sonra, 38 yaşında iken, çiçek hastalığı salgınında geberip gitmiştir… Kâbe-i Muazzamanın bir diğer kapanma sebebi de, 1979 yılı Kasım ayında, Cuheyman el-Uteybi isimli bir yobazın güya Mehdi’yi ilan etmek için iki yüz kişilik silahlı çete ile sabah namazı vaktinde Kâbe'ye yaptığı baskındır. Bu kişi, 18 yıl boyuncu S. Arabistan Kraliyet Muhafız alayında komutanlık yapmıştır. Mehdi diye yanında getirdiği de, Muhammed el-Kahtani diye bir kişi. Bunlar el-Cemaa es-Selefiyye el Muhtesibe adlı bir sapık cereyanın mensupları… Haftalarca işgal altında kalan Mescid-i Haram ve Kâbe, S. Arabistan’ın bazı dış devletlerden de yardım alarak, şâkileri öldürmesinden sonra tekrar ibadete açılmıştır.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.