HDP davası ve ötesi…

A -
A +
 
HDP’yi kapatma davasına verilen tepkiler beklendiği gibi tezahür etti. Yani davanın hukuki yönü ile siyasi veçhesi ta baştan karıştırıldı… İddianameyi bile görmeden ahkâm kesenlerin hâli evlere şenlik!
 
Evet, son kapatma davasının akabinde yaşananlar hiç şaşırtmadı. Yani daha önceki davalarda olanların tıpkısının aynısı!.. Davanın hukuki ve siyasi boyutlarını birbirine karıştırıp çorba yapınca, ortaya kaçınılmaz olarak tuhaf bir manzara çıkıyor. Mevcut tablo, bugüne kadar yaşanan tecrübelerden niçin gerekli derslerin çıkarılamadığının da bir izahıdır. Ve tablo, özellikle bölücü terör örgütüne büyük destek veren dış çevrelere bol bol malzeme sağlıyor. Yani haklı bir davayı gerektiği gibi savunmayıp siyasi hamasetle bambaşka bir mecraya taşıyarak, karşı tarafın kendisi için mağduriyet devşireceği bir noktaya getirmek ancak bu kadar olur!..
Öncelikle meselenin hukuki tarafına bakalım. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının 609 sayfalık iddianamesindeki suç isnatlarının onda biri dahi, bu davanın haklılığı için yeter sebeptir. Bunu söylerken iddianamenin kendi içinde taşıdığı eksiklik ve tenakuzların varlığını elbette göz ardı etmiyoruz. Ama işin bu kısmı zaten Anayasa Mahkemesi tarafından irdeleneceği için, o safhayı beklemek daha doğru olur. Evet, iddianameye konu olan suçlamaların önemli bir kısmı, dört, beş hatta altı yıl önce yaşanan olaylara dayanıyor. Tabiatıyla neden şimdiye kadar bu isnatların dava konusu yapılmadığı bol bol köpürtülecektir… Diğer bir husus davanın duyurulduğu dakikadan itibaren, Anayasa Mahkemesi hâkimlerinin vereceği muhtemel karar; onların hukuk bilgisi, meslekî kıdem ve birikimlerine göre değil, hangi cumhurbaşkanı tarafından o göreve tayin edildiği yaklaşımıyla değerlendirilmeye çalışılıyor. Böyle bir tutum öncelikle AYM üyelerine büyük haksızlıktır ve hukuk kavramına da saygısızlıktır!..
Halkların Demokrasi Partisi, taşıdığı isme hiç de uygun olmayan bir davranış içinde, demokrasi ve hukuk düzenine karşı sınırları fazlasıyla zorlayan eylemleri alışkanlık hâline getirmiş olduğu için, bu sonuçla yüz yüze gelmiştir. Anlayacağınız bu dava karşısında, HDP’nin kendine acındırma pozisyonu içine girmesi gerçekçi değildir. Çünkü HDP, sanki kapatılmak için her şeyi yaptı… Peki, nerede kaldı siyasi partilerin uymak zorunda olduğu kurallar? Anayasa ve kanunlar… Devlet demek nizam demek, hukuk demek. Kamu düzenini korumak da devletin egemenlik yetkisinin icabıdır. HDP bütün bunları unutmuş gibi hareket edince, daha önce HEP; DEP, HADEP, DEHAP, DTP ve BDP’nin maruz kaldığı (Bu konuda bakınız, 23 ve 25 Şubat 2021 tarihli köşe yazılarımız…) durumla yüz yüze geldi. Hiçbir özel veya tüzel kişilik, devlete, devletin kanunlarına meydan okuyamaz. Peki, HDP yöneticilerinin (Mesela Pervin Buldan’ın, Selahattin Demirtaş’ın), ifşa ve itiraf ettiği üzere, parti olarak sırtlarını dağdaki PKK terör örgütüne dayadıkları ve oradan gelen talimatlara göre siyaset yapmaya çalıştıklarını saklama ihtiyacı duymadan böyle meydan okumasına devlet sessiz mi kalacaktı? Anayasanın 14, 68 ve 69. Maddeleri, Siyasi Partiler Kanununun 90 ve 100. Maddeleri, temel hak ve hürriyetlerin hangi ölçüler içinde kullanılacağını, siyasi parti faaliyetlerinin nasıl yürütüleceğini, bu faaliyetlerin hangi hukuki ve demokratik kurallar çerçevesinde olması gerektiğini tanzim ediyor. HDP, herhâlde bütün bu kurallardan bağışık değil… Kısacası kapatma davasının hukuki tarafı, siyasi yasak getirilmesi istenen şahısların çokluğu dışında gayet belirgin. Şahıslarla ilgili tek tek inceleme yapılacağına göre, burada da bir hukuki problem yok.
Gelelim meselenin siyasi tarafına… HDP davası, içeride ve dışarıda aylar boyu köpürtülecektir. Burada da şaşırtıcı bir durum yok ve beklenmemeli. Herkes kendine göre bu davadan bir şeyler devşirmeyi deneyecektir. Yani bol bol “insan hak ve hürriyetleri” nasihatleri duyacağız!.. İspanya’da terörü yeteri kadar net biçimde kınamadı diye, parti kapatılması Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine aykırı olmuyor. Sıra bizim ülkemize gelince, bırakın kınama meselesini, terör örgütünün bizatihi siyasi uzantısı ve terör faaliyetlerinin odağı olma hâlini dahi, demokrasiye ve insan haklarına aykırı saymıyorlar. Çifte standart gereği tabii!.. Ama hiç önemli değil. Türkiye kendi millî güvenliğini ve beka meselesini, başka ülkelerin siyasi mülahazalarına göre dizayn edecek değil. Devlet, Anayasa ve kanunlar dâhilinde hangi işlem yapılması gerekiyorsa yapacaktır. Ancak iş hukukla bitmiyor. Meselenin siyasi ve sosyolojik tarafının da çok iyi yönetilmesi gerekiyor. Siyaset ve medya çevrelerindeki ajitasyon faaliyetlerine dikkat etmek gerekiyor. Suça karışmış bir siyasi partiye hukuki müeyyide uygulanırken, o partiye oy vermiş olan ve bundan sonra da aynı siyasi görüşü sürdürmesi kuvvetle muhtemel olan kitleyi dışlayıcı mahiyette, eylem ve söylemlere fırsat verilmemelidir. İşin püf noktası da burası...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.