31 Mart kumpası!

A -
A +
Geçen haftaki yazımın sonunda şu noktalara parmak basmıştım:
“15 Temmuz 2016’dan sonra yaşananlarda artık karşımızda hep bu büyük ve acımasız ahtapot (Dış Güçler) olacaktı. Saldırılar baş döndürücü bir trafikle devam etti. Bu tarihten itibaren sahneye konulan siyasi, askerî, mali, istihbarat, Kudüs ve bugünlerde Golan savaşları asla unutulmamalı. İşgal hareketini planlayanların hedeflerine ulaşabilmek için faaliyetlerine hız kesmeden devam ettikleri gözden kaçırılmamalı. Sadece gaflet anını gözetlemekteler…”
“Unutmayalım ki bir tarafta Arif Nihat Asya Bey’in deyimiyle:
Bir bayrak dalgalanmak için rüzgâr bekliyor…
Diğer tarafta ise, “kurt puslu havayı sever” özdeyişine uygun olarak:
Amerikalı kovboy tweet atmak için fırsat bekliyor.
Millet ya bayrağını dalgalandıracak veya Amerikalı kovboya fırsat tanıyacak…
Artık karar sizin!”
Evet, millet kararını verdi. ABD’nin ve Avrupa’nın hakkındaki düşüncelerinden tam manasıyla farkında olduğunu belirtir tarzda tarafını belli etti. Cumhur İttifakı'na %52’ye varan bir oyla teveccühünü göstererek Beka mücadelesinde yanında olduğu mesajını verdi. Muhalefetin dikkatini çekti ve millî davran dedi.
Elbette milletin iktidar kanadına da önemli mesajları vardı. Seçim günü gecesinden itibaren bu konuda herkes yorumlarına başlamıştı. Ben de ağırlıklı olarak bu konuda değerlendirmelerimi yapacaktım. Fakat gelişmeler bütün değerlendirmeleri neredeyse çöpe attıracak bir hâle geldi ve tekrar beka meselesine dayandı.
Evet, seçime giren her parti adayı ipi göğüsleyebilir ve başkanlık koltuğuna oturabilirdi. Buna kimsenin bir diyeceği olamazdı. Demokrasi kültürü bunu gerektiriyordu ve Türkiye’de bu anlayış halk nezdinde büyük oranda oturmuştu.
Klasik CHP idarecilerinin her seçimde görülen “oyumuz çalındı” çığırtkanlıkları bugüne kadar prim yapmamıştı. Fakat şikâyetler her zaman karşılığını bulmuş oylar nice seçimlerde ve nice il veya ilçelerde şikâyet üzerine sayılmış gerçekler ortaya çıkmıştı. Bir oyla el değiştiren iller de görülmüş ve millet her dönem olgunluğunu göstermişti.
Fakat bu kez 31 Mart’ta millet, ilk defa farklı bir seçim günü yaşayacaktı. CHP klasik zihniyetini unutmuştu. Adayı İmamoğlu gibi sinirleri alınmış bir hâlde susuyordu. Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki haykırışlarının üzerinden çok fazla bir zaman geçmemişti. Hâlbuki o seçime göre bu kez daha iddialı bir hâlde idiler. Son anlara kadar AK Parti önde gittiği hâlde CHP’den şaibe var şeklinde cılız da olsa çatlak ses duyulmamıştı. AK Partililer ise neredeyse seçimin kaybedildiğini düşünüp sessizliğe bürünmüşlerdi. Zira onlar hadiseleri her zaman normal seyrinde takip ediyorlardı. Açıkçası alavereli işler hatırlarına gelmiyordu.
Oysa yeni bir kumpas çoktan vizyona sokulmuş bulunuyordu! Bundan bugüne kadar neden kimsenin haberi olmadığı hususunda şu anda bir şey diyemeyeceğim. Ancak bu kadar badirelerden geçen ülkenin bu konuda bir adım atılacağını hissetmemesi manidardır.
 
 
Düşman uyumaz!
 
Her zaman konferanslarımda dile getirdiğim bir söz vardır. Türkiye’nin, bu ölüm kalım mücadelesinde uyuduğu gün, uyanamayacağı gün olacaktır... Düşmanın attığımız ve atacağımız her adımda mutlaka bir tertip ve hile düşüneceği hesaplanmalıdır.
Misal olması gerekirse bir kısım Trabzonlu AK Partililer şike meselesini hâlâ bir FETÖ projesi olarak görmemektedir. Zira takımlarının sevgisi gözlerini şaşı hâle getirmektedir. Oysa Aziz Yıldırım Bey her konuşmasında -Tayyip Bey’i de sevmediği hâlde- “Bu FETÖ’yü hafife almayınız, onunla mücadeleyi bir tek bu adam (C. Başkanı) yürütüyor ve yalnız başına kalıyor, sporu bir yana bırakın bu tehlikeye dikkat edin, yoksa ülke elden gidiyor” diye haykırıyordu.
Zira düşman, Türk milletini asırlardır iyi etüt etmiş durumdadır. Neye tepki vereceğini, neye vermeyeceğini gayet iyi tahlil etmişlerdir. Ona göre de adımlarını sakin sakin atıyor ve uyguluyorlar.
Bütün değerlendirmeler çöp oldu dedim. Zira siyasi, mali, istihbarat savaşı bu defa ve ilk kez seçim sayımında ortaya çıktı. Bu basit bir hırsızlık hadisesi değildir. Büyük bir gücün zekâsı ile tasarlanan ve yürürlüğe konulan elin oyunudur. Bir ilçede değildir. Neredeyse İstanbul’un bütün ilçelerinde hem de AK Parti’nin güçlü olduğu yerlerde organize bir hareketin tezahürüdür. Bunu CHP’nin organize edebileceğini düşünmek hayalperestliktir. Dolayısıyla müsebbipleri son derece titiz bir şekilde sorgulanmalıdır.
Elbette Türkiye, demokrasi geleneği açısından bir muz cumhuriyeti değildir. Milletin oyu hakkıyla ve şeffaf bir biçimde bütün siyasi partilerin temsilcileri nezdinde sayılmalı ve milletin teveccühü kime olmuşsa o idareye geçmelidir. YSK’nın bu konuda bu saatten sonra azami titizliği göstereceği muhakkaktır.
Bu noktada bazı değerlendirmelerde bulunmak istiyorum... Birincisi hükûmete yakın bazı medya kuruluşları hakkında olacak. Bunlar hâlâ 15 Temmuz'la yatıp kalkmaya devam ediyorlar. FETÖ’nün faaliyetlerini gerçek manada anlatanları uzak tutmaya bilhassa özen gösteriyorlar. Yanlışları asla görmüyor, doğruları göstermiyorlar. Asla unutmamalıdır ki ahmak dost, akıllı düşmandan daha tehlikelidir. Bunların seçimdeki hatalarına ayrıca değineceğim...
İkincisi ise 25 yılın tecrübeli ve teşkilatçı AK Parti'si, nasıl bu son oyuna geldi çok iyi irdelenmelidir. Zira bu defa teşkilatlar, özellikle sandıklara sahip çıkma noktasında sınıfta kalmıştır. Elbette ki bunun birinci sorumlusu İstanbul İl Başkanı olacaktır!
İstanbul İl Başkanı, etrafına selamı dahi zorla veren ve bunu hissettiren bir eda ile geziyordu. İl Başkanı olmak ne menem bir duygudur bilemiyorum. Anladığım ve takip ettiğim kadarıyla en büyük mücadelesini ilçe başkanlıklarına kendi adamlarını yerleştirmek için verdi. Zira ileride milletvekili olabilmek için onların temayül yoklamaları elbette ki büyük önem arz ederdi. Onun bu başkanları, seçimde nasıl çalıştılar sandıklarda gördük! Keşke ilçe başkanlarını seçebilmek için yaptığı mücadeleyi sandıklara sahip çıkmak konusunda verseydi ne güzel olurdu. Seçtiği ilçe başkanları hem seçim döneminde ve hem de sandıklar konusunda nasıl bir mücadele verdiler bilemiyorum. Ama birinin tutum ve davranışına vâkıfım. İsteyen Beylikdüzü Belediye başkan adayına sorabilir.
AK Parti Teşkilatları, FETÖ’cü elemanlara azami dikkat göstermesinin yanında mutlak iyi bilip tanıdığı kişileri müşahit yapmalı ve son noktaya kadar sandıkların yanından kopmamalıydı! Ba’de harabi’l-Basra... Şimdiki sızlanmalar büyük oranda kendi hatalarının ürünüdür.
Hatta AK Parti temsilcileri bazı yerlerde kendi oyları kadar DSP oylarını da takip etmeliydiler. Şu anda hiç konuşulmayan bir Avcılar var. Handan Toprak Hanım her ankette %15-17 bandında gösteriliyordu. Hatta bu bölgede CHP kaybedeceğini görerek kendisini tehdide başlamış ve seçimden bir iki gün önce de makamını basmışlardı. Son dönem Avcılar’da Belediye Başkanı olan Handan Hanım'ın oyları nasıl oldu da %1'e dahi erişemedi. Acaba Avcılar'da hangi oyunlar oynandı! DSP muhtemelen bunun üzerine gitmeyecektir. AK Parti müşahitlerinin bu takibi dahi yapmaları gerekirdi. Açıkçası Avcılar oyları yeni baştan sayılsa ben çok farklı neticelerin alınacağı kanaatindeyim.  
 
 
Ne olur sesimi duy!
 
Asıl değerlendirmem ise Ekrem İmamoğlu ile ilgili olacaktır. Aday gösterildiği zaman çevreme, “AK Parti bunu hafife almamalı alırsa büyük bir şok yaşayabilir” demiştim. Zira kendi seçim bölgemden tanıyordum. Oysa AK Parti’ye yakın medya kendisini bir anda mağlup ilan etmişti. Hatta bir kanal kendisini herhâlde perişan etmek üzere programa çağırdı ancak puan kazandırıp yolcu etti. Ya birkaç defa çağırsalar ne olurdu!
İmamoğlu, sakin yapısıyla millet nezdinde de yer buldu. Hatta inanın kazanmış olsa büyük bir üzüntü meydana gelmeyecekti. Bütün bunları normal bir seçim süreci için söylüyorum...
Yine normal olarak cereyan eden bir seçimin sonunda beliren şaibeler karşısında, İmamoğlu’ndan şöyle konuşmasını beklerdim: “Oyların bizim de gözetmen ekiplerimiz huzurunda olmak üzere yeniden sayılmasını bekliyorum. Ben haram oylarla ve hırsız yaftası altında İstanbullunun huzuruna varmak istemem. Hakkım olan koltuğa otururum, hakkım olmayanı ise reddederim.”
Evet, bu sözleri gelecekte kendisine istediği kapıları rahatlıkla açardı. Hatta adı tarihe geçerdi.
O, bu fırsatı kaçırdı demeyeceğim. Zira bütün bunlar normal seçim için geçerli hâllerdir. Hâlbuki projeyi kurgulayanlar ve muhtemelen kendisini CHP’den aday olarak göstertmiş olanlar ona böyle bir fırsatı asla vermezlerdi.
Türkiye bir kez daha büyük bir oyunun pençesindedir ve bu oyunlar bitmeyecektir. Maalesef ortaya çıkan oyunla birlikte İmamoğlu da normalin dışında tavırlarını sergilemeye başlamıştır. Dikkat edin o adil ve hakşinas görüntü kaybolmuştur.
Artık ileriye dönük olarak birilerinin kurguladığı kumpasın bir parçası olarak adımlarını atmaktadır. Nitekim bir oldubitti ile Anıtkabir’e gidip deftere yazdıkları, mazbatayı almadan ve itirazlar neticelenmeden başkan gibi edalarla gösterdiği tavırları bunun yansımalarıdır.
Gelinen bu noktada devlet idarecilerinin bir kez daha sağduyulu hareketlerine ihtiyaç vardır. Milleti ve ülkeyi germeden büyük oyunun parçalarını bilerek süreci tamamlamaları gerekmektedir.
İnşallah ülkemiz için hayırlısı ile neticelenir.
Ben bu seçimde seçmenin siyasi bakımdan AK Partiye ve özellikle Cumhurbaşkanımıza verdiği en önemli mesajın “Ne olur sesimi duy, sana ulaşamıyorum!” şeklinde olduğu kanaatindeyim. Ulaşabilirse neler olacaktı, inşallah bu konudaki değerlendirmemi haftaya Cuma Divanı’nda yazacağım.
 
 
 
TEFEKKÜR
 
Şu cihan zindan mıdır dünya mıdır bilmem nedir
Şer midir mahşer midir kavga mıdır bilmem nedir
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.