Eğitimle ilgili son dönemde alelacele yapılan yeni düzenleme Cumhurbaşkanımızdan geri döndü. 18. Millî Eğitim Şûrası’nda FETÖ grubu hâkim iken “kervan yolda düzülür” fehvasınca çok fazla tartışılmadan alınan kararlar doğrultusunda 2012-2013 eğitim öğretim yılında 4+4+4 eğitim sistemine geçilmişti. Aslında bunun büyük zararlar vereceği belli idi ve oldukça da tartışılmıştı.
Bir fabrika, hatalı ürün çıkardığında ya da bir terzi hatalı bir dikiş diktiğinde sonucunu kısa sürede görürüz. Ancak eğitimde alınan kararların ve uygulamaya konulan sistemin iyi veya kötü sonuçları yıllar sonra ortaya çıkmaktadır.
Eğitimin birinci prensibini bir türlü anlayamıyoruz veya anlamak ve yüzleşmek istemiyoruz!..
Şurası yüzde yüz belli ki eğitim, mecburiyetle değil, arzu, heves ve istekle yürütülen bir yolculuktur. Şayet bu yolculuğa çıkan gence o şevk ve arzuyu veremezseniz veya onda bu istek yoksa uzun süreli yükler onun hayattan tamamen kopmasına yol açar. O zaman sizin bu mecburiyet ısrarınız faydadan ziyade hem öğrenciye hem sisteme hem topluma zarar vermeye başlar.
Zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarılması, gençlerde meslek hayatına atılmaya önemli bir darbe indirdiği gibi beraberinde pek çok problem ve disiplinsizlik getirdi. İlköğretimden sonra okula gelmek istemeyen öğrenciler ve eğitim sürecinin uzaması, eğitimdeki disiplini ciddi şekilde zayıflatmıştır. Bu durum, okula devam etmeyen öğrencilerin sayısındaki artışla kendini iyice hissettirmiş ve bu hâliyle eğitim süreci sürdürülemez bir hâle gelmiştir.
Bu alanda görüştüğümüz eğitimciler liselerde eğitimin tabiri caizse tamamen bittiğini, eğitimle alakası olmayan öğrencilerin dersleri sabote ettiğini, öğretmenlerin de sadece işi idare ettiklerini ve onlarda da heves ve iştiyakın kalmadığını belirtiyorlar. Bu öğretmenler hiç dinlenmez mi merak ediyor insan.
Sayın bakanımız göreve geldiğinde, önce 12 yıl mecburi eğitimi destekler konumdaydı. Sonrasında muhtemelen bu acı gerçeklerle yüz yüze kaldı.
Bir kısım değişiklikler yapmaya kalktığı günden beri CHP zihniyetiyle atışma içerisine girdi. Sonra kendisini her kim ikna etti ise liselerde 2+2'lik bir sistemin üzerinde karar kıldı...
Aslında bu adımla hemen hiçbir şey yapılmış olmayacaktı. Ailelerin büyük kısmı iki seneyi yetersiz görüp evladının dört seneyi tamamlamasını isteyecekti. On sene okumuş, rahata ve haylazlığa alışmış talebeler de muhtemelen bu gidişatı devam ettireceklerdi. İşte o zaman biz de bu ne fayda vereceği dahi anlaşılamayan yeni eğitim modelimizle 5-10 sene oyalanmaya devam edecek ve nice yılları daha heba edecektik.
12 yıllık eğitimin ne kadar yanlış olduğu konusunda işin kitabını yazan kadronun şimdi böyle bir politika takip etmesi son derece düşündürücü. Başkaları telaffuz ettiğinde vatan haini muamelesi gören adımlar bugün bazı bürokratlardan büyük bir destek görüyor.
İktidar olamayıp muktedir olan el, hâlâ eğitim sistemimizin üzerinde geziniyor mu bilemiyor insan. İki sene kavgadan sonra yine onların istekleri sisteme hâkim oluyor. Sayın Cumhurbaşkanımız yaptığı değerlendirme neticesinde eksikleri görmüş olacak ki teklifi geri çevirdi. Bu çok önemli bir adımdır.
Cumhurbaşkanımızın çok yerinde kararı bu mevzuda bir umut ışığı olmuştur. 2+2 meselesi öyle anlaşılıyor ki Tayyip Beyin de kafasına yatmamıştır. Görebildiğimiz kadarıyla kendisi hiçbir değişiklik getirmeyeceğini anlamış bulunmaktadır.
Artık bundan sonra ne 2+2’nin ne de 4+4+4’ün savunulması mümkündür. Bir an evvel memleketimizi bu büyük kamburdan kurtarmak gerekmektedir. Bir insanı 18 yaşına kadar orta öğretim kurumlarında tutmanın kimseye bir faydası bulunmamaktadır. Oradan bir mesleğe yönelmesi de fevkalade zordur.
Üniversiteye devam ettiğini düşünmek bile bizi sevindirmiyor. Zira her ilde bir üniversite açmak meseleyi halletmiyor. Tıpkı imam hatiplerde olduğu gibi onun da içini doldurmak icap ediyor. Kimi kim yetiştirecek hususu bu işin nirengi noktası.
En iyi ihtimalle 21 yaşında üniversiteden mezun ettiğimiz gençlerimiz hemen hiçbir konuda uzmanlaşmış olmuyor. Zira bugün üniversite dediğimiz kurum aslında bir yüksek lise vasfında. Belli üniversitelerin belli bölümleri yine ideal olmamak kaydıyla ciddi bir eğitim veriyor hepsi bu.
Yirmi iki yirmi üç, yüksek lisansı da katarsak neredeyse yirmi beş yaşında hayata atılacak genç iyi bir diploma almamışsa vasıfsız statüsünde görülmektedir. Hatta işi vasıfsızdan daha zordur. Zira vasıfsız dediğimiz kişi tahsilli olmayışı sebebiyle eğilip bükülmeye, dolayısıyla ilerlemeye daha müsaittir.
Neredeyse çeyrek asırlık ömrü eğitimle geçen ve bu sürenin sonunda avukat, mühendis, edebiyatçı gibi ünvanlar alan bir kişi pazarda tezgâh açamaz, tornacıda çalışamaz, döner ateşinin karşısına geçemez. Peki ne yapacak? Ne yapacağı belli: Evde bilgisayar başında zaman öldürecek. Cemiyet de o nesillerden medet umacak…
Sayın MEB yetkilileri artık cesur kararları mutlaka almalıdır. 4+3+3 adımı elzem görünmektedir. Yedi sene mecburi eğitim fazlasıyla yeterlidir. İlk dört yılı ilkokulda geçiren talebe sonrasında meslek veya normal ortaokuluna mecburi devam eder. Liseler ise tamamen isteğe bağlı olmalıdır. İsteyen iş hayatına atılır isteyen meslek, isteyen de normal lise yolculuğuna devam eder.
Gerçekten de 4+4+4 uzun değil çok çok uzun bir vetire. Çocuklarımızın, gençlerimizin en kıymetli anlarını, boşa dönen değirmen misali harcayan bir yapı... Bu on iki sene bittiğinde konuşmasını, yazmasını daha da önemlisi oturmasını kalkmasını bilemeyen bir gençle muhatap oluyoruz. 4+3+3 pekâlâ yeter. Şu an yapmak isteyip de hiçbirini yapamadığımız hedeflerden vazgeçmemiz gerekiyor.
Sadece senede tenkisata gitmek de yetmez. Günlük ders saati de uygun olmalı. Bu şimdi nasıl? Sekiz saat. Taş olsa çatlar. Bir tahta sıranın üstünde sabahtan akşama kadar ders. Ortada bir yemek arası ve sonra tekrar ders. Üç dört çeşit yemekle sınırsız ekmek ve su. Muallim de talebe de aynı durumda. Bunları yedikten sonra beşinci derse gir ve matematik dinle yahut anlat. Hiç şüphe yok ki ikisi de mümkün değil, zaten mümkün olmadığını yaşayıp görüyoruz.
İşin ilgilileri çok iyi biliyor ki eğitim konusunda sıkıntı büyük. Talim terbiye çarkı özlenen nesilleri yetiştirmekten uzak. Anasının şefkatli kollarında olması gereken yavrular sabahın köründe servislerde yol alıyor. Ha babam basma kalıp ifadeler ezberletiliyor.
Ezberletiliyor derken ezberi küçümsediğimiz anlaşılmasın. Ezberin eğitim içerisinde çok mühim bir yeri vardır. Bu mevzuda zayıfsan Kur’ân-ı kerîmi ezberleyemezsin, yabancı dil öğrenmen çok zorlaşır çünkü o da büyük ölçüde ezbere bağlıdır, yine formüller onun sayesinde hafızaya alınır…
Burada maksadım faydalı ezberler değildir. Dünyanın en derin çukuru, dağların en yüksek noktası gibi hususlardır. Bunlar talebeye hiçbir şey kazandırmayacağı gibi onun zekâsını da dumura uğratmaktadır. Dikkat ederseniz ana sınıfında veya ilkokul birde gözlerinde zekâ kıvılcımları parlayan yavrularımız liseden mezun olunca bu vasıflarını kaybetmiş bulunuyor. Üniversite tahsili sonrası ise tam bir enkaza dönüşüyor. O enkazın memleketin kalkınmasında müspet bir rol oynaması muhaldir. Şimdi gel de bu sistemi savun.
İlk dörtte (ilkokul) okuma yazma, güzel ahlak, âdâb-ı muâşeret, dört işlem, zekâ ve mantığı geliştirici derslerin verilmesi kâfidir. Ortaokul seviyesinde mesleğe ayrılan öğrenciler ile ilim yolunda ilerleyecek talebeler bölümlerine göre ayrılmalı ve ders müfredatları ona göre şekillenmelidir. Bu yedi sene mecburi olmalıdır. Son üçte ise (lise) öğrenci ilim yolculuğunda serbest olmalıdır. İsteyen bir usta yanında çalışma hayatına atılır isteyen de meslek veya normal lise yolculuğuna devam eder...
Ders çeşitleri ve zamanları da ayrı bir problem olarak duruyor.
Popülist yaklaşım bizi öyle bir noktaya getirdi ki cendereden çıkmak mümkün değil.
Ders çeşitlerini azaltamazsın! Neden? Efendim şu kadar öğretmen işsiz kalır.
Günlük ders sayılarını düşüremezsin! Neden? Efendim çocuklar erken eve döner. Malum anneler işte olduğundan veliler karşı çıkar.
Peki biz eğitimi velinin keyfine, öğretmenin durumuna göre mi yoksa çocuklarımızın geleceğini nazar-ı dikkate alarak mı belirleyeceğiz? Bunun kararını artık vermemiz gerekiyor.
Yoksa yıkılmış binayı tamir etmek yerine üzerine çadır dikip oturmaya çalışan adamlara döneriz.
Burada İmam Hatip Liseleri ayrı bir önem arz ediyor. İnşallah onu da başka bir yazımızda ele alalım...
Ne ma’nâlar ne sözler mündemiçtir safha-i dilde
Eğerçi sûret-i zâhirde hâmûşum kitâb-âsâ
Nergisî (Bosnalı Mehmed)
(Gönülde ne manalar, ne sözler saklıdır,
Suskun görünüyor olsam da kitap gibi.)
Ahmet Şimşirgil'in önceki yazıları...