Dua ve zikre bid’at diyen Din İşleri Yüksek Kurulu üyesi!

A -
A +
  Kitapları ve eserleri olan insanlar, bu fâni dünyadan çekilseler de fikir ve düşünceleri ile yaşamaya devam ediyorlar. Doğru veya yanlış yolda insanları etkilemeyi sürdürüyorlar. Bu itibarla yazılan ve asırlar ötesine bırakılan yazı ve eserler elbette çok önemlidir... Eskiler, “Sadrda kalmaz satırda kalır” derlerdi. Öyleyse yazı, makale ve eser sahipleri bu sorumluluğu asla unutmamalıdır. Nitekim günümüzde sosyal mecrada dahi bir kez yazılan konular, seneler sonra kişinin önüne servis edilebilmektedir. Bazen de birkaç sene önce kaleme alınmış yazı ve makaleler muhtemelen çok önemli görüldüğü için, altı ayda bir, yeni çıkmış gibi WhatsApp gruplarında servis edilmektedir.  Geçenlerde bunlardan bir tanesi birkaç yoldan bana da ulaştı. Muhtemelen faydalı görüldüğünden paylaşma yarışına girişilmişti. Bazıları da fikrimi almak istiyordu. Yazı, Ankara İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyelerinden Bünyamin Erul’a aitti. Bünyamin Bey aynı zamanda Diyanet’te Din İşleri Yüksek Kurulu üyelerindendir. Kısa makale ise, onun Kur’ânı hakkıyla yaşamak maksadına matuf kaleme aldığı bir yazı idi. İnsanların belki okumadan belki dikkatli değerlendirmeden paylaştıkları bu kısa makale o kadar sinsi niyetler taşıyordu ki!.. Nitekim Bünyamin Erul yazısına bir tehlikeye işaret ederek başlamıştı. Şöyle diyordu: “Değerli kardeşlerim, son yıllarda sanal medyada Hz. Peygamber (sav)’e şu kadar salevat getirilmesi, şu kadar Yasin, Tebareke okunması hattâ hatimler edilmesi şeklinde kampanyalar düzenlenmektedir. İyi niyetle de olsa, bu tür gayretler, bizleri yanlış bir din anlayışına sürüklemektedir...” Sayın Erul bu ifadelerden sonra milleti kitaba, sünnete ve harekete davet ederek; “İslâm dâvâsına sahip çıkmamız, bu tür gayretlerle değil, Yüce Kitabımızın ahkâmına ve Sevgili Peygamberimiz (sav)’in ahlâkına sarılarak gerçekleşir… Dâvâ, dilde kalan duâ ile değil, eyleme ve davranışlara dönüşen çabalarla kazanılır” demektedir. Peki bütün bu okumalar kitaptan ve sünnetten değil midir? Allahü teala Kur’ân-ı kerimde, “Allah’ı çokça zikredin ki kurtuluşa eresiniz; gizli ve açık, sabah akşam Rabbini zikret; münafıklar Allah’ı az zikrederler”. Yine Ra’d suresindeki 28. âyeti kerime de mealen, “Biliniz ki kalbler, ancak Allah’ı zikretmekle itminana kavuşur” buyurmuştur. Peygamber Efendimiz de nice hadis-i şeriflerde zikrin kıymetinden bahsetmiştir. Şöyle ki: Buhari ve Müslim’in birlikte zikrettiği hadisi şerifte, "Her gün 100 kere, lailahe illallahu vahdehu la şerike leh, lehülmülkü ve lehülhamdü ve hüve ala külli şeyin kadir, diyene 10 köle azadına denk sevapla birlikte 100 hasene/iyilik yazılır, 100 kötülük silinir, o gün akşama kadar şeytandan korunmuş olur” buyurmuştur. Yine, Kur'ân-ı kerimden bir harf okuyana on sevap verileceğini bildirmiştir. Öyle ki sadece dil ile zikir konusunda Kur’ân-ı kerim ve sünnetlerde onlarca belki yüzlerce nass ve hadis vardır. Bakınız buna rağmen Erul, sinsice ve kurnazca vurmaya nasıl devam ediyor:
“Sahabe ve Selef âlimlerimiz, fetihleri ve zaferleri oturdukları yerden yüzlerce binlerce duâ ve salevat ile değil, bizzat mallarını ve canlarını ortaya koyarak kazandılar...
Sizi, bu hususta asılsız çağrılara değil, Allah ve Rasul’ünün hayat veren gerçek yoluna; Kitab’a ve Sünnete davet ediyorum… Ortada 14 asırdır yaşanan bir İslam varken işimiz bu tür bid’at ve hurafelere mi kaldı? Resulullah ve ashap hiçbir zaman oturdukları yerden tesbih çekerek veya sadece fetih sureleri okuyarak başarılı olmadı.”
Bu adam Diyanet teşkilatında Din İşleri Yüksek Kurulu üyesi maalesef!.. Bu sözlerin sahibine önce şu suali tevdi etmek gerekmektedir: Cenab-ı Makk'ı zikredenler, Yasin, Fetih ve Fatiha sureleri okuyanlar ve hatim indirenler içerisinde, “Evinde yan gel otur, Allah’ı zikret, Kur’ân oku merak etme düşmanı mahvedersin. Silaha ve düşman üzerine gitmeye hiç gerek yoktur” diyen bir Allah’ın kulunu gösterebilir misin? Göster biz de görelim. Sen uzayda mı yaşıyorsun beyefendi?   Gaza ve dua orduları!   Öte yandan bu beyefendinin ne yazık ki saman çöpü kadar tarih bilgisi olmadığı da belli olmaktadır. Şayet tarihi biraz okumuş olsaydı, 14 asırdır yaşananları öğrenir ve dinin en önemli bir bölümünü hiç yaşanmamış gibi bid’at ve hurafe diye vasıflandırmazdı... "Gaza leşkeri"nin (askerinin) ötesinde bir de "dua leşkeri" olduğunu bilirdi. Silahın mutlaka dua ile yan yana yürüdüğünü görürdü... Osmanlı seferlerinde Peygamber Efendimizin sancağı dibinde fetih sureleri okuyup dua ve niyazda bulunan kırk hafızdan haberdar olurdu... Topkapı Sarayı'nda "Mukaddes Emanetler"in yer aldığı bölümde gece ve gündüz şanlı Peygamber Efendimiz için okunan hatimlerden, nusret ve muzafferiyet için yapılan dua ve niyazlardan bilgi sahibi olurdu... Şanlı Peygamber Efendimizin Bedir’de Uhud’da Huneyn’de ve bütün gazalarında zafer için Rabbine sığınıp gözyaşı ile yaptığı dualarını unutmazdı. Dua Rabbine sığınmaktır. Kul olduğunu, acziyetini bilmektir. Kendini tanımaktır. Silahı kullanırsın ancak fethi ve nusreti Rabbinden beklersin. II. Bayezid Han ordularını devrin en mücehhez silahı ile donatıp düşman üzerine gönderirken; Allahım azizlik sana yaraşırNitekim fakirlik bana yaraşırMadem sensin sığınağı cihanınHerkesten sana iltica yaraşır Diyerek gözyaşları ile Rabbine arz u niyaz ediyordu. Fatih Sultan Mehmed, Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman velilerin seyyidlerin dualarını almadan kabirleri ziyaret etmeden sefere çıkmıyorlardı. Bunlar hep bid’at ve hurafe mi işliyorlardı sayın Erul?.. Erul’a göre herkes silahını alıp cihada koşmalı imiş. Yoksa okumak dua etmek bid’at olurmuş. Peki Osmanlıda medreseliler, talebeler harbe alınmazlardı. Savaşacak kitle belli idi. O zaman bunların işleri hep yanlış mı oldu!.. Bugün de askerlik yapacakları devlet belirlemektedir. Bizler bid’at ve hurafe diye duadan geri mi duralım. Askerlerimize Fatihalar, Yasinler ve hatimlerle destek olmayalım mı? Nasıl bir din ve İslam anlayışıdır bu!.. Sizden Selefilik ve Vehhabilik kokuları geliyor sayın Erul. Sinsi bir ifade ile 1400 yıldır böyle olmadı deyip kurtulamazsınız. Örnek verin lütfen! Hacı Bayram-ı Veli’den, Aziz Mahmud Hüdayi’den, Akşemseddin, Ebussuud Efendi ve Kemalpaşazade’den örnek gösterin. Hangi âlim talebelerini duaya teşvik etmedi söyleyin lütfen… Diyanet’te Din İşleri Yüksek Kurulu üyesi öyle mi? Vah ki vah… Bu ifadelerin sahibi olan siz mesela yakın tarihteki el-Bab, Afrin ve diğer harekâtlarda cephede mi idiniz? Olmadığınıza göre bid’at ve hurafe diye şanlı ordumuza dua etmediniz mi? Ehl-i sünnet akidesinden kopuk Ankara İlahiyat Fakültesi, yıllarca Abduh, Afgani, Hamidullah, Fazlurrahman vesair ekolü ile işte böyle hocalar yetiştirdi... Dinin en temel umdelerini bid’at ve hurafe diye vasıflandırdı. Bu arada Erul’un dinî görüşlerine de girmek istemiyorum. Şanlı Peygamber Efendimizle ilgili bu milletin yediden yetmişe inandığı meseleleri nasıl tek kalemde yok ettiği hususuna değinmiyorum. Cevap gelirse onları da irdeleriz... Bu arada Sayın Erul’a göre Diyanet İşleri Başkanlığı, Diyanet TV’de neden her gün bidat ve hurafe işlediğinin hesabını da vermelidir. Yoksa sayın üyelerinin ikazlarını duymuyorlar mı?!.     TEFEKKÜR   Zikr et zikir bedende iken cânın Kalb temizliği zikri iledir Rahmânın
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.