Türkiye’de sistem sanki nefisleri kabartmak, yolsuzluğa kapı aralamak üzerine kurulmuş durumdadır. Her köşebaşında bir makam, her makamda bir başkan olması şart gibi görülmüş. Bunlardan biri de belediyeler ve başkanları. Bu koltuklarda oturanların öyle bir havaları var ki her biri sanki devlet başkanı. İktidar veya muhalefet fark etmiyor maalesef genelde çoğunluğu böyle.
Belediyeler bugünkü yapılarıyla devlete ve millete büyük bir yük hâline gelmiş gibi duruyor. Hızımızı kesiyor, kaynaklarımızı israf ediyor. Hâlbuki belediye başkanı vilayete bağlı bir devlet memuru olsa ne bu kadar havası olur ne de bu kadar israf edebilir.
Beş yılda bir seçim oluyor. Adaylar, belediye başkanı olabilmek için önce partilerindeki rakiplerini, ardından karşı partideki rakiplerini geride bırakmaya çalışıyor. Bu safhaları geçebilmek için birçokları hemen bütün servetini harcıyor. Başkan olunca da öncelikle bütün gayretini harcadıklarını kat kat geri almak üzere gösteriyor!..
Ardından belediye başkanlığından milletvekilliğine adım atmanın planlarını yapıyor ve orada harcayacaklarını da tahsil etmeyi düşünüyor. Bazısı ise Cumhurbaşkanlığının planını yapınca ortaya devasa bir yolsuzluk faturası saçılıyor...
Bunun hırsızlık veya yolsuzluk olduğunu dahi düşünmüyorlar. Bir hak gibi görüyorlar. Zaten düşünse dahi bazısında ahlaki yapı o denli tefessüh etmiş ki hırsızlık mefhumu bile onları rahatsız etmiyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde yaşananlar bu olsa gerek. Buharlaşan paraların 600 milyar TL olduğu ifade ediliyor ki dehşet verici bir durum!..
Belediyelerde hırsızlığın dışında bir şey daha var. İktidarla boy ölçüşebilmek için belediyenin kaynaklarını kullanma yoluna giden muhalefet, şu gün itibarıyla bu kurumları neredeyse iflasa sürüklemiş durumda. Bazıları da yoğun ve gereksiz eleman alımı veya düzensiz harcamalarla aynı akıbeti yaşamaktadır.
Neticede mevcut sistem milletimizi de bunalttı. Zira belediyeler bunun faturasını millete ödetmek için her yolu deniyorlar. Emlak vergileri konusunda atmaya hazırlandıkları korkunç adım, para açlığını ortaya koyuyor. Büyük delikleri milletin cebine el atarak kapatmayı düşünüyorlar. Öyle böyle bir el atmak değil. Emlak vergisinin on katına çıkması söz konusu. Buna hırsızlık da denemez tam bir soygun hareketi! Bakalım Türkiye bu vartayı nasıl atlatacak?
İşin gerçeği emlak vergisi adıyla anılan vergi, kanun eliyle vatandaşa zulümdür. Mülkiyet hakkına tecavüzdür. Aldığı arsasından o arsanın üzerine inşa ettirdiği evinin a’dan z’ye bütün harcamalarına kadar hemen her kalemde vergi veren vatandaş sonrasında da belediyeden aldığı her hizmetin de bedelini yine vergileriyle birlikte ödemektedir.
Bu durumda malik olduğu hanesi için emlak vergisi nedir? Yapılan icraat, vergisi de dâhil fiyatıyla evine TV, bulaşık veya çamaşır makinası alan birinin bir de bunları kullanmak için vergi ödemeye mecbur tutulmasından başka bir şey değildir. İdareciler veya yargı, vatandaşı, har vurup harman savuran belediye başkanlarının insafına bırakmamalı ve bu kanunsuz vergiyi derhal iptal etmelidir!
Bazısı efendim üç evi beş evi olan versin diyor. Yahu üç evi beşi evi olanlar da aynı vergileri üç beş defa devlete ödemiş oluyor. Ayrıca 5-10 milyonluk evlerini vatandaşa kiraya vererek bu konuda devlete destek olmuş oluyor. Evi olmayan kimseler kiralık ev bulamazsa ne olacaktı? Bu söz, alkışlanacak ve ödüllendirilecek kimseleri cezalandır demekten öte bir şey değildir.
Henüz ceremesini çekmeye başlamadığımız için aç belediyelerin emlak vergisi konusunda atmaya hazırlandıkları adımlara fazla bir gürültü çıkmıyor. Eğer düşündükleri şey gerçekleşirse tam bir facia olacak. Beş bin lira emlak vergisi ödeyen bir şahıs en az elli bin ödemek zorunda kalacak.
Düşünebiliyor musunuz? Yirmi bin lira emekli maaşı alan bir kimse bir şekilde sahip olduğu ve belki kirasıyla rahat ettiği evinden gelen gelirin en az iki aylık tutarını emlak vergisi diye ödeyecek!
Ayrıca fazla evi olup kiraya verenler, elde ettikleri gelirlerinden de vergi ödemektedirler. Yani bir bakıma vatandaş her kazancına, her aldığına ve gördüğü her hizmete vergisini belki fazlasıyla vermektedir. Hâl böyle iken vatandaşı perişanlığa sevk edecek uygulamalara götürmek isteyenlere fırsat verilmemelidir. Hukuk kisvesi giydirilmiş adaletsiz vergiler yürürlükten kaldırılmalıdır. Osman Gazi’nin "kazanandan al" prensibi unutulmamalıdır.
Tahminim o ki bu vergi belediyelere de yaramayacaktır. Bu artıştan gelecek meblağı ellerini ovuşturarak bekleyenler muhtemelen hüsrana uğrayacaktır. Zira beş bin TL iken ödeme yapanların büyük kısmı elli bin TL olunca bunu yapmayacaktır. Sadece belediyelerin kâğıt üstünde şu kadar alacağı görünecektir. Bunlar tahsil edilemeyeceği gibi kanuni yollara başvurmaları da çözüm olmayacaktır. Sadece sonunu bilemeyeceğimiz yeni sosyal kargaşalara yelken açacağız...
Son dönemde yaşananlar gösteriyor ki araba duvara tosladı. Yürürlükteki belediyecilik modeli çöp oldu. Başkanlar milyarlık vurgunlarla yargılanıyor. Onlarla iş yapan herkes şaibe altında kalıyor.
İş adamları rüşvete sürükleniyor. Yüzlerce iş adamının başkanların rüşvetçiliği yüzünden belki de hiç istemeden başı belaya giriyor. İhalelere fesatlar karışıyor. Binlerce aile mağdur oluyor. Ülkemizin böyle bir gidişatı kaldırması zor.
Sistem öylesine bozuk ki, işi iyi gitmeyen, çabuk köşe dönmek isteyen, tek vasfı parasının bolluğu olan, menfaatperest, düzenbaz hatta ve hatta terörle iltisaklı olan dahi hiçbir idari ehliyeti aranmaksızın koskoca şehirlerin neredeyse her işinden mesul yönetici cübbesini sırtına geçirebilmektedir.
Oysa Osmanlıda belediye işlerinin başındaki kişi kadı idi. Kadı en büyük hukuk adamı idi. Güvenilirdi. Kazanın idarî, hukukî, beledî ve dinî işleri ondan sorulurdu.
Dikkat ediniz! Ülkemizde son dönemlerde bir kısım belediyelere kayyımlar atandı. Bu atananlar vali veya kaymakam gibi üst düzey devlet adamlarıdır. Neredeyse hiçbirinden bugüne kadar yolsuzluk ve rüşvet skandalı duyulmadı. Duyulacak olsa işten el çektirilmesi anlık bir meseledir.
Öyleyse yapılması gereken şey iktidarıyla muhalefetiyle belediyecilik sistemini değiştirmek olmalı. Bir defa bu işte şu seçim saçmalığını ortadan kaldırmak lazım. Memleketin buna ayıracak ne zamanı ne bütçesi var. Yukarıda da belirttiğimiz üzere başkan adayları seçilebilmek için muazzam paralar harcıyor. Kaybederse yapacak bir şey yok. Ne var ki kazanırsa bu sefer yatırdığını kat kat geri alma telaşına düşüyor.
Belediye başkanı seçilmiş değil de atanmış olursa bu mevzudaki birçok sıkıntı kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Bir an düşünün. İstanbul Belediye Başkanı makamında bir vali muavini oturuyor. Vali onun amiri. Ne kadar lükse kaçabilir? Ne kadar çarçur edebilir? Ne kadar hırsızlık yapabilir? Büyük ihalelere imza atsa da parayla ilgisi aldığı maaş kadar olacak. Aşağıya doğru mühim mevkilerdeki herkesin devlet memuru olduğunu düşünün. Tabii devlet derken, iş çıkmayan hantal yapıları kastetmiyoruz. Tepeden tırnağa dinamik, her an üstüne hesap verebilen bir yapıdan söz ediyoruz.
Bugün belediyeler birer imparatorluk gibi. O imparatorluğa girip de kendini korumak çok zor. Yani bunca bozukluğun önemli bir sebebi oraları işgal eden şahıslar olarak görünse de sistem bu işte daha büyük vazife görüyor. Bazı başkanlardaki ahlak zayıflığı, kişilik bozukluğu bu ateşi körüklese de asıl sebep her türlü suistimale kapı aralayan sistem olarak duruyor. Öyle ki, dondurmayı fırına atıp erimemesini bekliyoruz!
Tabii kendimizi kandırmaya devam edeceksek hiçbir problem yok.
Bugün 10. dalga operasyonlardan söz ederken yarınlarda 110. dalga operasyonlarla vakit geçirmeye devam ederiz.
Ülke batınca da helvasını yeriz(!)
Simurg-i merhametten ben görmedim nişâne
Ey hâce sen görürsen benden de selâm söyle
Yenişehirli Avnî
(Merhamet Anka’sından ben bir iz görmedim,
Ey hoca, sen görürsen, benden de selâm söyle.)
Ahmet Şimşirgil'in önceki yazıları...