​Her şey yalan, ölüm gerçek!

A -
A +
Şu korona günlerinde vefat haberlerini ve arkasındaki hazin hadiseleri incelediğinizde nice hakikatler meydana çıkıyor ve nice ibretlik hâller görülüyor. Aslında her hayat bir ibretler manzumesidir. Hüner ise onu görebilmektedir.
Bakınız korona vakasında iki, dört, sekiz can verdiğimiz günlerde daha büyük endişe yaşıyor ve korku içerisinde evlere kapanıyorduk.
Şu anda ise günde seksen, yetmiş, altmış vatandaşımızı kaybediyoruz. Buna karşılık oh diyoruz, ferahlıyoruz, seviniyoruz. İki, seksenden daha mı büyük anlamadım. Fark nerede? Fark, birinde ivme aşağı diğerinde ise yukarı doğru gitmekte oluşudur.
Peki ölüm bizden uzaklaşıyor mu? Elbette hayır. O hâlde bir kez daha hayatın kendisinden ibret almadığımızın göstergesidir bu.
Zira şu mübarek ramazan-ı şerif ayında dahi insanı düşündüren, ibret aldıran ve hayatı manalandıran konuşmalar yapılmıyor.
“Ey insanoğlu! Acele etme! Bak Cenâb-ı Hakk, seni bir müddettir evine hapsetti. Hayatının bir muhasebesini yap. Bugüne kadar ne amel işledin? Ne iş gördün? İyiliklerini, hatalarını düşün. Hayat ne kadar kısa. Bak dünyanın 'süper güçleri' gram gelmeyen bir virüs karşısında diz çöktü çaresizliğin acı zehrini içti. Ölülerini sayamadı. Hastalarına bakamadı... Nereye koşuyorsun? Ne bu acelen? Ölüm sadece korona hastalığından ibaret değil. İnsan olduğunun, insanın eşref-i mahlûkat yapıldığının, insana şeref ve izzet verildiğinin farkına var. Sana verilen nice nice nimetlerin kaynağını bil. Rabbini tanı. Kendine zaman ayır...”
Evet, şu sözleri anlatacak Türkiye’nin ilahiyatçıları, sosyologları, tasavvuf büyükleri mi kalmadı? Yoksa var da kıymet verenler mi bulunmadı?
Vatandaşlarımız şu iki ay boyunca sayısı yirmiyi geçmeyen doktorları hemen her kanalda defalarca dinledi. El yıkamayı yeni öğreniyor gibi baktı. Maskeyi nasıl takacağını, siyah mı, beyaz mı olması gerektiğini ve nihayet kendini nasıl izole edeceğini bihakkın öğrendi. Bunların dışında hiçbir bilgi neredeyse ilgi alanına girmiyordu.
Bir ülkenin iki ayı bu konularla geçiriliyorsa o ülkenin geleceği kararmış demektir. Gençliği yitirilmiş olur...
Nitekim net ifade edeyim. Birkaç gün geçmeden "biz koronadan hiç ibret almadık" konuşmaları başlayacak ve suçlamalar birbirini takip edecektir. Oysa, “İki aydır biz millete ne verdik ne anlattık, mübarek ramazan ayı geldi mi gitti mi anlamadık” demeyeceklerdir.
 
 
TV’lerin bitişi mi?
 
Dolayısıyla koronaya bence en kötü yakalanan ve en feci sınavı veren TV kanalları oldu. TV kanalları artık bitişini, tükenişini ilan etti.
Sokağa çıkma yasağı günlerinde bütün muhabir ve kameramanlarını boş meydanlara gönderip heyecan içerisinde, “Sayın izleyiciler görüyorsunuz bomboş meydanlar, kimsecikler yok” diye her gün program yaptıran bir zihniyet sonunda dükkânına kepenk vuracaktır. Korona dışında ise Kemal Sunal’ın filmleri haricinde, Kökler, Seksenler dizisine kadar yirmi otuz yıl önceki programlarla çevir kazı yanmasın yaptılar.
Siz geçmiş ramazanlarda şimdi ahirete göçmüş bulunan nice değerli düşünür, ilim ve irfan ehli ile hiç mi sohbetler gerçekleştirmediniz. Hiç mi ikinci kez dinlenecek huzur bulunacak bir faaliyete imza atmadınız. Hem onları yâd etmiş hem şu mübarek günlerde istifade etmiş olsaydık. Ne yazık ki şu ana kadar akıllarına dahi gelmedi.
Hâl böyle olunca gençler bir araya gelip çeşitli sosyal medya mecralarından programlar yaptılar. Ulaştıkları yazar ve düşünürleri konuk aldılar. Bunları yüz binler izledi.
Pek çok belediyeler bu yolla hizmet vermeye, mübarek ramazan ayını idrak etmeye çalıştı.
Bunlardan bana göre en güzelini mükemmel bir organizasyonla Ankara Mamak Belediyesi icra etti. Açıkçası bütün belediye başkanlarımızı ve hatta sosyal sorumluluk üstlenen teşekküllerimizi Mamak Belediyemizin ramazan ayı faaliyetlerini takibe ve incelemeye davet ediyorum. Ramazanın ruhuna uygun programlardan yüz binlerce insan istifade ederken yapılan yorum ve teşekkürleri görmek gerekir.
Ben de böyle bir etkinliğe imza attıkları için başta Sayın Mamak Belediye Başkanı Murat Köse Bey olmak üzere emeği geçenleri tebrik ediyorum. Evet, artık insanlar ruhi eksikliklerini böyle giderebileceklerdir. Zira şu görüldü ki TV’ler ruh meydanına kapalıdır! Onlar sadece maddi âleme, dünyaya açıktır.
Eh yıllardır reyting kaygısından başka bir derdi olmayan zihniyet insana ne verebilecektir?
 
 
Korona ihtar ediyor!
 
Diğer taraftan ölüm koronadan ibaret değil dedik!
Rahmetli Ömer Döngeloğlu hocamıza doktorlar, “Artık iyileştin evine göndereceğiz” dediler. Ertesi günü kalp rahatsızlığı meydana geldi. Netice hastanede günlerdir gözetim ve tedavi altında iken ruh kuşu ahirete revan oldu.
Koronadan iyileşen bir hastayı evinin önünde o sevinçle atılan bir kurşun ahirete yolcu etti. Bunun gibi onlarca vaka yaşadık. Evet, ölüm sadece koronodan gelmiyor. Doktorlar ölüme çare olamıyor. İnsan koronayı yendim diye havalara girse de ölümü yenemiyor.
İşte bu sebeple korona hâl diliyle bağırıyor:
“Ey insan! Kibre ve gurura kapılma! Alkışı değil, duayı seç. Doktorlar ve ilaçlar sebeptir. Sebeplere yapış. Fakat sakın neticeyi onlardan bilme! Rabbinden bil. Kibir ve gurur seni insanlıktan çıkarmasın!..”
Alana ders çok. Bence koronanın insanlar açısından en fazla konuşulması gereken bir hususu da kul hakkı olmalıydı.
Zira tedbir almayan ve yapılan ikazlara uymayan insanlar hastalığı başkasına bulaştırmaktaydı. Öyleyse herkes virüs taşıyabileceğinin idraki içerisinde hareket etmeliydi.
“Kişinin ölümüne sebep olan virüs ise de, onu taşıyan sen olabilirsin. Öyleyse bir veya birkaç kişinin ölümüne yol açabileceğin duygusu ile hareket et!” denilmeliydi. “Karşındaki dostun muhabbetle sana yaklaşacak olsa da sen, dur kardeşim de! Elini kalbinin üzerine koy buradasın seni seviyorum. Sen sıhhatli olsan da ben olamayabilirim, diyerek ikaz et!” deyip kul hakkının önemi vurgulanabilirdi.
Evet, bizim temelde en büyük eksikliğimiz kul hakkını unutmaktır. Trafikte, internet mecralarındaki hitaplarda, statlarda, hastanelerde kısacası bilumum bütün günlük faaliyetlerimizin içerisinde en büyük hastalığımız olarak göze çarpmıyor mu?
Belki bir daha görüşüp helallik alma imkânını asla bulamayacağımız bu insanların yarın haklarının alınmayacağını, sorulmayacağını mı düşünüyoruz? Ben yaptım oldu, deyip kendimizi akıllı mı biliyoruz?
Böyle düşünüyorsak ahiret hayatı ile de problemimiz var, demektir. Kul hakkını öylesine unuttuk ki korona da hatırlatamadı, demektir!
Hâlbuki ceddimiz en fazla kul hakkı konusunda hassas idiler. Ruhsatî, bir nasihatnamesinde kul hakkına girilmemesi gerektiğini ifade ederken işin sonunda Sırat köprüsü olduğunu söyleyerek ahireti hatırlatır:
Yitirip fikrini ummana dalma
Kul olan bir kulun hakkını alma
Senden aşağıya zulümkâr olma
Sırat köprüsünde sorgu soran var
 
 
TEFEKKÜR
 
Oğlum âyineye benzer dünyâ
Ne yaparsan o olur çehre-nümâ
                               Muallim Cûdî
(Oğlum, dünya aynaya benzer,
Ne yaparsan, o görünür sana.)
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.