Üst üste gelen darbeler

A -
A +
Osmanlı çok savaştığı bu Haçlı sürüsünün taktiklerini bildiği için tedbirlerini de almıştı. İddiâ ediyoruz ki, Osmanlıyı Haçlı sürüleri aslâ yıkamazdı. Bu yüzden iç hâinlerle “kutsal ittifak” kurdular. Düşman beklenilmeyen yerden, yâni içten vurunca direnmek mümkün olmadı.
 
Esas îtibârıyla Batıcı Osmanlı aydınları son derece basit bir metotla reformlara giriştiler. Toplumların bir tekâmül veya değişim süreci vardır. Bu aydınlar bu sosyal vâkıayı hiçe saydılar.
 
Batı, dosyası kabarık bir sanık değil, mahkûmdur
 
 
 
İslâmiyet’in zuhûru müşrikleri son derece rahatsız etti. Onları evvelâ Mekke içerisinde etkisiz hâle getirmeye çalıştılar. Sahâbe-i güzînin bir kısmı Habeşistan’a göç etti. Bir süre sonra da topluca Medine’ye hicret ettiler. Müşrikler onları orada da rahat bırakmayınca Bedir ile başlayan savaşlar birbirini tâkip etti. Sonra yükselen İslâmiyet güneşi kıtaları aydınlatmaya başladı. Her yeni dikilen tevhîd sancağı berâberinde düşman tabakalarının oluşmasına sebep oldu. Kudüs’e yönelik ilk Haçlı Seferleri (1096) nasıl Papa’nın teşviki ile başlamışsa, Selçukluya ve Osmanlıya uygulanan bütün savaşlar da hep aynı zihniyetle olmuştur.
Osmanlı çok savaştığı bu Haçlı sürüsünün taktiklerini bildiği için tedbirlerini de almıştı. İddiâ ediyoruz ki, Osmanlıyı Haçlı sürüleri aslâ yıkamazdı. Bu yüzden iç hâinlerle “kutsal ittifak” kurdular. Düşman beklenilmeyen yerden, yâni içten vurunca direnmek mümkün olmadı.
Aslında olaylar birbirine bağlı olarak gelişir. II. Jön Türk Kongresi’nde halka basın yoluyla aktarılan tavsiyeler şunlardır:
Hükûmetin ef’al ve harekâtına karşı silahlı mukâvemet.
Hâzır hükûmete vergi vermemek.
Ordu içinde propagandaları yaygınlaştırmak.
Gerektiğinde topyekûn isyâna kalkışmak. (Suat Zeyrek,  II. Meşrûtiyet Îlânı Üzerine Bâzı Düşünceler: Darbe mi Devrim mi. Ortam 32, s.5, Güz 32 )
 
YIKIM PLÂNLARI
 
Osmanlının yıkılış sürecini ilk başlatan Tanzîmat maşası devlet adamları, hep bu vebâli yüklenmişlerdir. Tabîî ki bunların başında İTC (İttihâd ve Terakkî Cemiyeti) önderlerinden Midhat Paşa’yı saymak gerekir. Osmanlı bayrağına haç koydurma meselesi bir iftirâ mıdır? Mesele gayet açıktır: Avusturya Dışişleri Bakanı Andrassy, Bosna-Hersek meselesiyle ilgili yayınladığı beyannâmede hilâl ile haçın hiçbir zaman, hiçbir maksatla yan yana gelemeyeceğini savununca, Midhat Paşa, Hristiyanlardan oluşturduğu askerî taburun filâmasına yan yana haç ve hilâl koydurarak bunu İstanbul sokaklarında dolaştırdı. Amacı haç ve hilâli yan yana göstererek buna ileride zemin hazırlamaktı.
Büyük ümitlerle kurulan teknik, fen ve tıp mektepleri, devlet düşmanı yetiştiren kurumlar gibi çalışmaya başladı. Özellikle Tıp Mektebi, İTC’nin teşkilât merkezi gibiydi. Kendilerinden çok şey beklenen bu mekteplerin çoğunu kuran Sultan Abdülhamîd’e bu tehlike hatırlatılınca “Bu ülkenin kalkınması için onlara ihtiyaç var” diyerek kendi sonunun hazırlanmasına bile râzı olmuştu.
Rızâ Nûr da “Hatırât”ında “Abdülhamîd düşmanlığı gözlerimizi o kadar kör etmişti ki, Mekteb-i Tıbbiye’de İngiliz bayrağı çekecek kadar alçalmıştık” der.
Osmanlıda fikir hareketleri aydınlardan gelirken, devlette darbe işini paşalar üstlenmişti. Aydınlar; matbuat, edebiyat ve tiyatro ile darbelerin altyapısını oluşturuyordu. 1789 Fransız Devrimi, Osmanlı aydınlarının gözlerini boyamıştı. Saltanâtı hemen yıkmaya teşebbüs etmediler. Başta, istedikleri meşrûtî bir saltanattı. Osmanlı yıkılmamalı, sultan da yerinde kalmalı ama devlet erki kısmen de halk tarafından kullanılmalıydı. Aydınlar gerçek vatansever olsalardı I. Meşrûtiyet’te azınlıkların yaptıklarını görür ve ders alırlardı. Ama akıl hocaları Avrupa ve azınlıklar olunca devlet nasıl ayakta kalırdı?
 
PAŞALAR DEVREDE
 
Tanzimat’la başlayan “Gizli Paşalar Cuntası” artık diş göstermeye başlamıştı. Başta Midhat PaşaKoca (?!) Reşîd PaşaDâmat Mehmed Ali Paşa ve Şeyhülislâm Ârif Efendi bunlardandır.
Şeyhülislamların devlet işlerinde ayrı bir yeri olmasına rağmen onlar dinî makâmın en yüksek kişileridir. Din ve hukuk işleri onlardan sorulurdu. Genelde Rumeli Kâdîaskerliğinden geldikleri için devlet işlerinde de oldukça bilgili ve tecrübeli idiler. Pâdişâhlara çok zaman danışmanlık da yapmışlardır ama özellikle Yeniçeri ayaklanmalarında müdâhil olan veya hazîne tasarrufunda işlerine fesat karıştıran şeyhülislamlar bunu hayatları ile ödemişlerdir. Sultan IV. Murâd dönemi şeyhülislâmlarından Ahîzâde Mehmed Hüseyin Efendi, devrin siyâsî olaylarının hep içindedir. İdâm edilmiştir. I. Ahmed döneminde Şeyhülislâm Hocazâde Mes’ûd Efendi, Vak’a-i vakvakıyye’den sonra Yeniçeri baskısıyla şeyhülislâm olmuş, sonra da idâm edilmiştir.
II. Süleyman ve II. Mustafa döneminde iki defa şeyhülislâmlık yapan Mehmed Feyzullâh Efendi, özellikle otoriteye uymamak ve Rus Elçisi Tolstoy’un bildirdiğine göre akrabayı gözetmek ve hazineyi nefsi işleri için kullanmaktan idâm edilmiştir. (Osman Okumuş, Aksaray Üniversitesi Sosyal ve Beşerî Bilgiler Dergisi, c 5, no 1 s. 7-10)
Eğer 19. asırda da siyasete batan ve haksız hâl fetvâları veren şeyhülislâmlar eskisi gibi cezâlandırılabilseydi, şüphesiz bu fesâda teşebbüs edemezlerdi. Âlî Paşa, Fuâd Paşa, Fethi Paşa, Mütercim Rüşdî Paşa’nın kulislerdeki rollerini Cevdet Paşa “Tezâkir-i Cevdet”te ve “Ma’rûzât”ta genişçe anlatır. (Ahmed Hamdi Tanpınar, 19. Asır Türk Edebiyâtı Târîhi, Çağlayan Kitabevi, s.157, 1967, İstanbul)
Aslen muhafazakâr kitleyi hep “yeni”lere karşı çıkmakla suçladılar ama hiç düşünmediler ki her “yeni” ismin altından yeni bir fitne zuhûr etmiştir. Yeni Osmanlılar, Yeni Lisan, Yeni Hayat, Yeni Turan vb. hep kafalarda soru işareti bırakan “yeni”lerdir.
Osmanlı’da Şûrâ-yı Devlet’in (bugünkü Danıştay) açılış târîhi1868 yılıdır ve Sultan Abdülazîz’in Avrupa seyahati dönüşü yılıdır. Bu arada Londra’da çıkmakta olan “Hürriyet Gazetesi”, olayı, Yeni Osmanlılar’ın “yeni zaferi” diye tanıtır. Bu, Aslında Meşrûtiyet’e atılmış ilk adımdır. Zîrâ N. Kemâl babasına yazdığı bir mektupta: “Bizim millet meclisi meydana çıkar gibi oldu. Biz kazandık; millet kazandı.”  (Age, 19. Asır s. 190 )
Bu arada Mustafa Fazıl Paşa’yı da unutmamak lâzım. Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın torunu olan Mısırlı Prens Mustafa Fâzıl Paşa, devlet aleyhindeki çalışmalarından dolayı Mısır’daki haklarından mahrûm edildi. 1867’de Abdülazîz’e yazdığı ağır mektup, 7 Mart 1867’de Fransa’da “La Liberte” gazetesinde neşredildi. 18 sayfalık bu metin İstanbul’da tercüme edilip kitapçık hâlinde halka el altından dağıtıldı. “Jön Türk” ifâdesi ilk defa bu mektupta kullanıldı. Mustafa Fâzıl Paşa bu grubun başkanı olduğunu kendisi ifâde etmiştir. Jön Türkler’in mâlî yükünün büyük bir kısmını üstlenen Paşa, Ali Suâvî,  Ziyâ Paşa, Kâni Paşazâde Rif’at, Âgâh Efendi, Sağır Ahmed Beyzâde Mehmed ve Nûri Beyleri himâyesine alıp Jön Türk Cem’iyeti’ne dâhil etti. Sağlanan fonla ilk önce Muhbir, sonra HürriyetUlûm ve Fecr gibi muhâlif gazeteler yayımlandı. Muhbir’i Ali Suâvi çıkarttı. Gazetenin ilk sayısında Yeni Osmanlıların mührü bulunmakla birlikte “Cem’iyyet-i İslâmiyye” tarafından çıkarıldığını belirten şeytâni bir aldatmaca vardır. Yâni işin içinde İslâm varsa sıkıntı yoktur düşüncesi hâkim. Tabîî ki tam bir münâfıklık.
Esas îtibârıyla Batıcı Osmanlı aydınları son derece basit bir metotla reformlara giriştiler. Toplumların bir tekâmül veya değişim süreci vardır. Bu aydınlar bu sosyal vâkıayı hiçe saydılar. Evvelâ basın, tiyatro ve edebiyatla başladıkları serüvenin sonunun İttihâd ve Terakkî gibi bir tedhiş cuntasına dönüşeceğini belki de beklemediler. Ama her devrim, ihtilâl veya en hafifiyle inkılâplar, kanlı ufuklar çizmeden şafak vadedemezler. Çünkü süreç başladığı zaman artık ona hükmetmek mümkün değildir.
Orta Doğu’da “Bastonu toprağa batırsan petrol fışkırır” sözüne nazîre yapar gibi MPS (Mısır-Paris-Selânik) üçgeninden zuhûr eden hareketler, sırasıyla Yeni Osmanlılar sonra Jön Türkler ve İttihâd ve Terakkî Cem’iyeti matruşka gibi birbirlerinin içinden çıkmıştır. Bunların da sebeb-i zuhûru (ortaya çıkma sebebi) tabîî ki Tanzimât hareketidir.
 
ÖRNEK: FRANSIZ İHTİLÂLİ
 
Osmanlı yönetimi bu aydın kitle tarafından sürekli sanat, edebiyat ve tiyatro düşmanı olarak suçlandı. 1789 Fransız İhtilâli’ni örnek alan Osmanlı aydınları kopya metodunu bile uygulayamadılar. Fransız Devrimi’nin aslı mutlak monarşinin devrilip yerine cumhûriyetin kurulması ve Roma Katolik Kilisesi’nin ciddî reformlara girmeye zorlanmasıdır. Osmanlıda meşrûtî krallık talepleriyle hilâfet makâmının yetkileri de zayıflatılmış oluyordu.
Fransa’da devrimin altyapısını hazırlayanlar yüzyıllardır bu işin teorisyenleri olan filozof ve yazarlardır. Avrupa Orta Çağ’ında hürriyet ve demokrasi hatta lâiklik hayâtî bir meseledir. Kilise hem hâkim, hem savcı hem de cellat pozisyonundadır. Siyâsî erk külliyen kilisedir. Küçük bir küme veya tek bir siyasal parti yönetimi olan “otokrasi” kilisenin ta kendisidir. “Yargıçlar yönetimi” olan “jüristokrasi” kilisenin en mühim vasfıdır. “teokrasi” zaten tam kilisedir. Papa adına hüküm verme, kralların bile karşı koyamadıkları bir sistem. “Bürokrasi” devlet yönetiminin aşırı baskılı şeklinde kiliseye tâbi olmaması zaten mümkün değildi. “Aristokrasi” de siyâsî güç soyluların elinde, soyluların kulisleri de kilisenin dar dehlizlerindeydi. “Kardinaller” değişik ülkelerde Papa adına hüküm veren en üst makam sâhipleriydi. Hatta papaz yardımcıları olan “Diakoz”lar bile kilisenin sopaları idi. Bütün bu kilise dehşeti ve hele aforoz ve engizisyon düşünülürse, Avrupa’da kiliseye ve insan haklarına yönelik olarak yapılan her hareketi normal karşılamak gerekir.
Lâtince baskıcı sorgulama anlamına gelen “inquisition” kelimesinden gelen “engizisyon” bütün Orta Çağ Avrupa’sının belki de bütün insanlık târihinin en merhametsiz yargı sistemidir. 13. asırda târih sahnesine çıkan ve Hristiyanlıktan dönenleri veya kilisenin kurallarına aykırı hareket edenleri yargılamak için kurulmuş, Katolik inancına dayalı mahkemelerin genel adıdır. Antik Çağ’da Romalılar tarafından katledilen Hristiyanların sayısından kat kat fazlası, engizisyon tarafından verilen ölümlerde görülür. Dünyanın görmediği ve bir daha da göremeyeceği işkenceler, kilise kaynaklı engizisyonun mârifetidir.
Batı her zaman dosyası kabarık bir sanık değil, mahkûmdur. İslam dünyâsı, Kur’ân-ı kerîm’in teminât altına aldığı insan haklarının Risâletpenâh Efendimiz’in Vedâ Hutbesindeki beyânıyla perçinlenirken, bu mübârek dinde insanlar, insan olmanın belgelerini ellerine aldılar.
Batı hayranı Osmanlı aydınları, şerefli bir târihin mîrasçıları olarak, kendilerini her zaman düşman bilen Batı’nın nesine imrenebilirlerdi ki? Osmanlıyı yıkmak için suhuletle başlayan faaliyetlerini dağlara çıkarak çete savaşlarına dönüştüren ve bilhassa tedhişin öncülüğünü yapan İttihâdçıların  “Hakkımızda devlet etmiş fermânı-Ferman pâdişâhın dağlar bizimdir” diyen ve aşîret kavgalarıyla devlete isyân ederek dağa çıkan Dadaloğlu’ndan ne farkları kaldı?
İttihâd ve Terakkîciler dört ya da beş kişilik hücreler hâlinde tipik bir İtalyan Mazzini-Karbonari teşkilâtı şeklinde oluşuyorlardı. Selânik artık bir nifak yuvası hâline gelmişti (İlk Mason locası ve Sabetaycı okulları burada kurulmuştu.) (Agm, II. Meşrûtiyet. S.6 )
İttihâdcılar için Selânik -hâşâ- Ka’be-i hürriyet, İstanbul kahpe Bizanstı! İstanbul Pâyitaht olduğu için 1870’lerden sonra en ağır hakâret sıfatlarıyla nitelendirilmiştir. Belde-i Tayyibe diyenlere inat, kahpe Bizans…
Şunu acı bir itirafla belirtelim ki Osmanlı fen ilimlerinde bir hayli geri kaldığı için çöküşü hızlandı. 10-15. yy’ların ilim kaynağı olan Türk devletleri artık yoktu. Fâtih’in açtığı Sahn-ı Semân (Üniversite) devâm ettirilemedi. İlim olmadan din de gerilerdi. İslâm bütünüyle ilimdir. Zâten dikkat edilirse Abdülazîz’le başlayan bu ilim hamlesi, dirilişin ilk temeliydi. Sultan Abdülhamîd’le devam ettirilen ilmî hamleler Batı’yı çok rahatsız etti. Eğer bunları kapatamazsak içten fetheder kendi adamlarımızı yetiştiririz, dediler.
Bizde ilk olumlu eğitim hamlesi 1848 Çapa Fen Lisesiyle başladı. İlk kurulan liselerden Notre Dame de Sion 1856’da İstanbul’a gönderilen 11 râhibe tarafından kuruldu. Robert Koleji 1863’te önce sâdece erkeklere, sonra 1871’de Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’nin birleşmesiyle meydana geldi. 1864’te Saint Joseph Lisesi kuruldu. 1866’da Galatasaray Lisesi (Lycée Emperiale Ottoman de Galata-Serai) kuruldu. 1870 Saint Michel Lisesi papazlar tarafından kuruldu. 1873’te Saint Benoit Lisesi kuruldu.
Şimdi Batı hem senin kalkınmanı sağlayacak, hem de kendisine rakip yapacak okulları boşuna kurar mı?  Şimdi şu okul adlarına bir bakalım: Saint Josph adı Matta ve Luka İncillerinde yer alan aziz. Bir papanın da adı olan Benedictus (Benoît) Tanrı tarafından kutsanmış azizdir. Saint Michel, kılıcı olan tek azîzdir.
Şimdi Vehbî’nin kerrâkesini gördünüz mü? Meselâ bizde Bir Ebûbekir veya bir Amr ibnü’l Âs Lisesi açılabilir miydi? Şimdi kara kara düşünelim. Görüşebilmek ümîdiyle…
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.