Prof. Dr. Ramazan Ayvallı

Bu ayda, kendimiz, âilemiz, milletimiz için ve İslâm âlemi için duâlar yapmalıyız. Yetîmleri sevindirmeli, muhtaçlara yardım ellerimizi uzatmalıyız.

İdrâkiyle şereflendiğimiz onbir ayın sultânı olan mübârek ramazân ayını bir ganîmet bilmeli, bu fırsatları iyi değerlendirmelidir.

“Allahü teâlânın, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiç kimsenin hayâline bile gelmeyen nimet dolu sofrasına, ancak oruçlular oturur.”

Ramazân ayında yapılan bütün nâfile ibâdetlere verilen sevap, başka aylarda yapılan farz ibâdetlere verilen sevap gibidir.

“Bir kimse, Ramazân ayında oruç tutmayı farz bilir ve orucun sevâbını, Allahü teâlâdan beklerse, geçmiş günâhları affolur.”

Allahü teâlâ​; Receb, Şabân ve Ramazân aylarını, kullarının duâ ve tevbe etmeleri, yalvarmaları için birer sebep kılmıştır.

Ayların sultânı Ramazân-ı şerîf yaklaşıyor. O mübârek ayın manevî atmosferinde, inşâallah suçlar azalacaktır diye ümit ve temennî ediyoruz...

Cezâevlerinde bulunanların 216 bin 180’ini erkekler, 9 bin 985’ini kadınlar, 2 bin 828’ini ise 18 yaş altındaki çocuklar oluşturmaktadır...

Müfessirler, Peygamber Efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem); “Âlimler, Peygamberlerin vârisleridirler” buyurduğu büyük âlimlerdir.

Tefsîr yapacak bir âlimin; sekiz yüksek din bilgisini bütün incelikleriyle bilmesi, on iki âlet ilmiyle bunların kolları olan yetmiş iki ilme vâkıf olması lazımdır...

Tevîllerin doğruluğu, nakle, yâni Peygamber Efendimizden (sallallahü aleyhi ve sellem) gelen tefsîrlere uygunluğu ile anlaşılır.

Tefsîr ilminin mevzûu, konusu Kur’ân-ı kerîmdir. Kur’ân-ı kerîm, Allahü teâlânın kelâmı, sonsuz bilgiler, hükümler, hikmetler ve fazîletler menbaı, kaynağıdır.

Bütün insanlar “mesut” ve “bahtiyâr” olmak isterler. “Saâdet” “Mutluluk, bahtiyârlık; dünyâda ve âhirette mutluluk” şeklinde tarif edilmektedir...

“Allah indinde en makbul amel, bir mümini sevindirmek, kederini gidermek, borcunu ödemek veya karnını doyurmaktır.”

"Bir kimse, Peygamberlerin yaptıkları ibâdetleri yapsa, fakat, üzerinde başkasının bir kuruş hakkı bulunsa, bu bir kuruşu ödemedikçe, Cennet’e giremez."

Peygamber Efendimizden tam bin sene sonra İslâmiyeti ihyâ eden, bu zâtın İmâm-ı Rabbânî (kuddise sirruh) olduğunda bütün âlimler ittifâk etmişlerdir.

İslâm dînini, her asırda, aslı üzere, insanlara yeniden duyuran ve yayan çok "müceddid" gelmiştir. İlk "müceddid", Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk’tır.

Eski ümmetler zamanında, Peygamberlerin yaptıkları dîni kuvvetlendirme işini, artık Ehl-i sünnet mezhebindeki derin âlimler yapmaktadır.

Resulullah Efendimiz bir hadîs-i şerîfte buyurdu ki: "Her yüz senede bir müceddid zâhir olur (ortaya çıkar). Ümmetimin işlerini yeniler."

İlimde çok iyi yetişen İmâm-ı Mâtürîdî, çeşitli kitaplar yazmak ve talebe yetiştirmek suretiyle Ehl-i sünnet itikâdını yaymıştır.