Her gördüğüne hocasından haber soruyordu...

A -
A +
Uzun bir aradan sonra binbir ümitle Kayseri’ye döndü Bayram. Fakat hocası orada yoktu!..
 
 
Uzaktan hanelerine bakınca Numan; ağaçların arasından tanıdık bir sima görünür gibi oldu; bu çehrenin ne olduğunu, kim olduğunu tam fark etmeden başını geri çekmesi, onda da tereddüde yol açtı. Bu yüzden gözü yerde utangaçça yürümeye başladı. Fakat aniden gördüğü çehre onda hasret dolu hislerini uyandırmış ve gözünün önüne Fatıma anacığının yüzü gelivermişti... “Bu anacığım olmalıydı. Demek beni tanımadı ki, geri çekildi” dedi. Doğup büyüdüğü evin kapısına doğru yürürken dönüp bahçeye doğru bir daha baktı.
Biraz önce gördüğü vücut bir gül fidanının sararmış yapraklarını koparmakla meşguldü. Saçlarını örten geniş şalın sarkan uçları öylesine toplamış, rastgele arkasına doğru atıvermişti. Toprak renkli yünden  kalın bir entari giymiş; kolları abdest alacakmış gibi geriye kıvrılmıştı. Üzerindeki feracenin düğmelerinden bazıları çözülmüş, içinden ak gömleği görülüyordu. Ayak seslerine başını çevirince tereddüt kalmamıştı.
- Ana! Anacığım! Beni tanımadın mı? Ben oğlun Numan! Numan!
- A evladım, sen ha!
- Ben ya anacığım!
- A Numan’ım! Ben de Karamedrese’nin müderrisleri sanmıştım! Canım evladım büyümüşsün, şeklin şemailin değişmiş, nereden tanıyacağım!
- Canım anam!
Ana oğul kucaklaşması gözyaşı demekti. Öyle de oldu. Sevinç gözyaşları sel olmuştu âdeta... Fısıltıyla “Ah Numan’ım seni ilk uğurlarken gözlerim hiç ıslanmamıştı. Şimdi bana ne oldu?” dedi, sarıldı, kokladı. İçinde birikmiş tarif edemediği dehşet veren hapsedilmiş duyguları bir sel gibi, bendini yıkmıştı bir kere... Fatıma annenin sevinç çığlığını duyan koştu. Bütün vücudunu sarsan ağlayışını fark eden Numan; “Hocamın ısrarla sıla-i rahim yap demesinin hikmeti ortada… Anacığım beni, ben de onu pek özlemişim meğer, haberimiz yokmuş” dedi, tekrar anacığının eline sarılıp doya doya öptü.
            ***
     SOMUNCU
Uzun bir aradan sonra binbir ümitle Kayseri’ye döndü. Fakat hocası orada yoktu. Sanki sırra kadem basmış, buharlaşmış uçmuştu. Bir işaret bulamayınca üzüntüsü katmerlendi. O ruh hâliyle tekrar yollara düştü. Hasretlik acısıyla “belki gittiğim yerlerde hocamdan bir iz, bir işaret bulurum” ümidi ve niyetiyle çeşitli yerleri dolaştı, durdu. Uçan kuştan, turnalardan, yerdeki karıncalardan medet umdu. Her gördüğüne hocasından haber sordu. Kimse nereye gittiğini, ne yaptığını bilememekteydi. Pek şaşkın, pek çaresizdi Bayram. Bu hâle pek dayanacak gibi değildi. Üzülüyor, kavuşma arzusuyla deli divane oluyordu.
Evet, ayrılık acı ve hüzün yüklüydü.  Baştan sıkıntılı gibi dursa da netice itibarıyla hayırlara vesile olan bir imtihandı. Ayrılık imtihanına muhatap kılınan insan, birçok acıyla yanmış, tutuşmuş, hasretlik çekmiş sabra alışmış demekti. Bir bakıma ayrılık gurbetti, çünkü gariplerin yitiğiydi. Ayrılık; dertti, firaktı; çünkü vuslattan ziyade kalpler ayrılıkla beslenir, olgunlaşır, yükselirdi. Ayrılık; insana has bir hissiyattı, eğitim tarzıydı; çünkü ayrılık kavuşmanın da başlangıcı, belki de tamamıydı anlayana... DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.