Dedikodular Sultan Mahmud'un da kulağına gider lakin inanmaz!

A -
A +

"Çobanvezir"in bir âdeti varmış, her akşam ve sabah ilk geldiği kulübesine uğramadan edemezmiş... Kıskanç saraylılar hiç boş durur mu?

 

Seneler seneleri kovalar, bizim çoban, öyle yetişmiş, kendini geliştirmiştir ki saymakla bitmez. Arabi, Farisi öğrenir, hesap, kitap işlerinde aranılan biri olur ve bir gün hazinelerden mesul başvezir rütbesine yükselir. İsmi de tabii "Çobanvezir" olur. Her yerde olduğu gibi burada da şeytan boş durmaz, eski vezirlere iğva, vesvese verir; 'Bak, çoban başınıza vezir oldu! Siz saraylı olmanıza rağmen onun altında kaldınız utanın! Ayıp ayıp!" daha neler neler… der, tahrik eder eski vezirleri.

 

Çobanvezir'in bir âdeti varmış, her akşam ve sabah ilk geldiği kulübesine uğramadan edemezmiş... Diğer kıskanç saraylılar;

 

"Açgözlü Çobanvezir, hazineleri görünce şaşırdı! Fırsat eline geçmişken hiç boş durur mu? Çaldığı altın, mücevher ve kıymetli malları bu kulübede saklıyor ve oradan da dışarı çıkarıyor. Yoksa niçin uğrasın buraya!" şeklinde bir dedikodu yayarlar. Sarayda duymayan kalmadığı gibi şehirde de konuşulur olur...

 

Sultan Mahmud da duyar bunu lakin inanmaz. Fakat bu fitneyi sonlandırmak ve dedikodu yapanlara bir ders vermek için vezirlerini başına toplar;

 

“Böyle, böyle duydum... Gelin o Çobanvezir kulübeye uğrayıp çıktıktan sonra gidip suçüstü yakalayalım!" der. Diğer kıskanç vezirler çok memnun olurlar ve gidip kulübenin kapısını kırarak içeri girerler. Bakarlar ki boş bir oda... Bu sefer vezirler;

 

"Sultanım, herhâlde bu kadar ahmak değil, zemine gömmüştür!" derler. Bu izahatı duyan Sultan, askerlere emir verir, kulübenin tabanı metrelerce kazılır, yine bir şey çıkmaz. Bu arada Çobanvezir sarayda işini bitirmiş, yine âdeti üzere kulübeye uğrar, kalabalığı görür, hayret eder. Sultan, durumu anlatır, bu kulübeye niçin girdiğini sorar. O da:

 

- "Sultanım, ben…" duvarı göstererek; "Sizin emrinizle yanınıza geldiğimde sırtımda şu keçe, ayaklarımda da bu çarıklar vardı. Lütfedip yüksek vazifeler verince ipe-sapa gelmez azgın nefsim besili bir küheylan gibi şaha kalkıyor, tavus kuşu gibi kabarıyor, saray debdebesiyle iyice çığırından çıkıyordu. Bu tehlikeye mâni olabilmem, biraz dizginleyebilmem için burada onu hesaba çekiyordum.

 

- Nasıl yani?

 

- Kendi kendime: ‘Ey hain ve zalim nefsim! Sakın unutma, buraya geldiğinde ayaklarında bu kurumuş çamurlu çarıklar, sırtında da bu koyun kokan keçe vardı. Sakın kendini kaybetme! Sakın haddini aşma! Yoksa seni mahvederim’ diyerek terbiye ediyordum!

 

- Berhudar olasın karındaşım. Bizi de ikaz ettin, uyandırdın! Dersimi fazlasıyla aldım. Şimdi özür dileyerek müsaadenizi talep ediyorum, diyen Sultan, durumun açıklığa kavuşmasından ve saray ehline tesirli bir ders daha vermesinden çok memnun olmuş olarak oradan ayrılırken, diğer fitneciler de başları önde mahcup kalakalmışlardı...

 

- !!!

 

Dünyaya geldiğin zamanı düşün;

 

Sen ağlardın, fakat gülerdi âlem,

 

Öyle bir hayat sür ki, senin gidişin,

 

Sana sevinç olsun âleme matem.

 

DEVAMI YARIN

 

 

 

Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.