"Sen benim Mecnun’um, Kerem’im, Ferhat’ımsın!.."

A -
A +
"Ne kadar da ihtiyacımız varmış Nene’m, baş başa kalıp doyasıya yaşamaya..."
 
Nene Gelin:
- Göl de çöl de kalmadı artık! Korkulardan ırak bize ait bir adamız, limanımız da yok ki sığınıp saklanabilelim bütün kötülerden, kötülüklerden!
- Oysa ne kadar da ihtiyacımız varmış Nene’m, baş başa kalıp doyasıya yaşamaya... Onun için, hep hasret duyuyoruz ya! Dünyayı tam manasıyla anlamak için, bazen ona sırtımızı dönmemiz mi lazımmış ne?
- Belki de sırtımızı bütün kötülere hepten dönmek yerine onlarla kaşa kaş, dişe diş mücadele etmek daha akıllıca olsa gerek!
- Canım Nene’ciğim! İnsanlara daha iyi yardım edebilmek için, bir an onları kendimizden uzak tutmamız icap edebilir. Güç, kuvvet kazanmamız; mecburi katedeceğimiz yola bağlı. Belki yalnız kalacağız, belki aç susuz... En sevdiklerimizi kaybetmemiz de mümkün, her hâlükârda aklımızı başımıza toparlamamız lazım! Fedakârlık edeceğiz, cesaretimizi toplayacağız da... Boyumuzun ölçüsünün alınacağı uzun soluklu mücadelemizin temeli; sabr-ı cemildir. Bu harbi mutlaka ve mutlaka kazanmak şart!
- Yiğidim! O dediğini anlamak da yapmak da hiç kolay olmayacak! O insanları nerede bulmalı acaba?
- Ah! Sual sorma! Yaramı deşme, her şeyim! Aslı’m, Şirin’im! Leyla’m!
- Sen de benim Mecnun’um, Kerem’im, Ferhat’ım!
- Mecnun, deyince aklıma ne geldi biliyor musun Leyla’m?
- Ne geldi?
- Mecnun olmak, apayrı bir şey!
- Bence Leyla olmak çook başka çoook! Şimdi sen Mecnun’un başkalığını anlat, ben de Leyla’nın bambaşkalığını anlatayım!
- Peki Nene’m! Leyla ile Mecnun'un yaşadığı devirlerde bir kıtlık olmuş memlekette. Hayırsever Leyla; açlıktan kıvranan insanlara ikram için kocaman bir kazan dolusu çorba pişirmiş. Her tarafa da haberler salmış. Geçmiş kazanın başına fakir fukaraya başlamış sıcak çorba dağıtmaya. Haberi duyan gelir uzun kuyruk oluşur tabii. Bunların arasında Mecnun da vardır. Herkes çorbasını alır, bir kenara çekilir. Sıra Mecnun'a geldiğinde Leyla yemek vermek yerine kepçeyi Mecnun'un eline vurur. O ise büyük bir mükâfat almış gibi sevinerek koşmuş ve tekrar kuyruğa geçmiş.
- Çok fenaymış Mecnun da!
- Fenalığını bilmem de çok âşıkmış, tıpkı benim gibi!
- Yok daha neler?
- Mecnun'un bu hareketlerine bir mana veremeyen ahaliden biri, ona yaklaşıp sormuş: “Behey deli! Her seferinde kepçe yiyorsun, hâlâ ne diye sıraya geçiyorsun?” Mecnun'un verdiği cevap pek manidar ve "niçin Mecnun olduğunun" da cevabıdır aslında... “Görmüyor musunuz? Yalnız bana vuruyor Leyla'm!... Çünkü o beni tanıyor ve de pek seviyor...”
- Allahü teâlâ elbette yarattığı bütün kullarını çok seviyor. Yoksa kendisine inanmayan asilere, zalimlere bir yudum su vermezdi.
- Bir baba oğlunu sevdiğini söylerken; “aslan oğlum benim” deyip şakacıktan sırtına bir tokat indirir ya. Tedbirsizliğimizden değil de Allah’tan gelen her şeyin; dert, belâ, musibet ve hastalıkların, bazı kullarına "şefkat tokatı" olarak bakmak yakışır mümine.
- Biraz önce sen de Nazım’ımıza aynısını yapmıştın!
- Evlat; can yongası.
- Canımızdan can. DEVAMI YARIN
 
 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.