Korkulu gözlerle etrafını seyre daldı Nene!..

A -
A +
Yarın kim bilir neler bekliyordu onları. Öbür günü tahmin etmek ise imkânsızdı!..
 
Mehmet Abdullah:
- Cenâb-ı Allah’ın nicelerinin içinden seçip bize verdiklerini düşünmeli, hamd ve şükredenlerden olmalıyız! İsyan etmeyip ibadet ederek sabırla çok sevap kazanmalıyız. Yoksa, Allah muhafaza, kazanacak yerde kaybedenlerden olabiliriz da haberimiz olmaz.
- Seyyide Hanımefendi hocamız sık sık derdi: "Bir insanda şu üç şeyden biri olmazsa kendini hesaba çeksin; illet, gıllet, zillet… Bunlardan biri gelince, onu külfet değil, nimet bilmelidir."
- Aynen! Şu içinde bulunduğumuz durum da bizim imtihanımız. Üçü de var neredeyse. Sevgili Peygamberimiz, sallallahü aleyhi ve sellem, bir hadis-i şerifte buyuruyor ki:
“Bir diken batan veya daha küçük bir musibete veya ağrıya maruz kalan müminin, bir derecesi yükselir ve bir günahı silinir.”
- Boş yok yani!
- Manevi makam kazanmak kolay değil vesselam…
- !!!
 Mehmet Abdullah, sevdalısı Nene Gelin’in bu kadar güzel iltifatları karşısında sanki teslim bayrağını çekmişçesine sustu. Alttan alttan yüzüne baktı, sonra sevdiceğinin kirpiklerine takıldı ela gözleri, saydı tek tek… Bir şiirin mısraları gibiydiler, huzur dolu, sade ve öyle güzeldiler ki… Dudaklarında fısıltıyla sadece “Biz aynı bağın üzümüyüz, aynı tarlanın çakılı, aynı yolun yolcusuyuz...” kelimeleri dökülüverdi gözyaşlarıyla birlikte.
                 ***
            BASKIN
Evim, barkım viran oldu,
Tutuşturan çıran oldu,
Ana baba giryan oldu.
Nene Gelin püryan oldu.
Yarın kim bilir neler bekliyordu onları. Öbür günü tahmin etmek ise imkânsızdı. Göç, yorgun düşürmüştü. Her bir kağnının yanı başında cılız alevlerin çıkardığı mavi dumanlar, helezonlar çizerek göğe yükseliyor, çocuklar sağdan soldan topladıkları çalı, çırpıyı ateşe atarak en zor şartlarda bile kendilerine oyun çıkarabiliyordu. Yanlarında getirdikleri davarlar, sığırlar konak mahallinin etrafındaki dökülmüş gazelleri yiyor, keçiler, çalı tepelerini otluyordu.
Eteklerine kondukları Palandöken, ay ışığının altında daha bir heybetli, sanki; sönmüş bir volkan gibi simsiyah yükseliyordu. Hava oldukça serindi. Ufku, küflü demir renginde, ağır bulut yığınları eziyor, sürü sürü uçan kara kargalar, sanki bir kara haber götürüyorlarmış gibi, acı acı gaklıyorlardı gecenin bu köründe... “Gece ve ötüşen kargalar, olacak şey değil. İlk defa görüyorum böylesini, la havle ve la kuvvete illa billah…” dedi, korkulu gözlerle etrafını seyre daldı Nene.
Bir büyük kayanın önünde sahipsiz bir gölge kadar sakin duran Osman Bedreddin Efendi; epey zamandır; rutubetli rüzgârın altında düşünüyor, uzakta, belirsiz sisler içinde kaybolan kurşuni tepelere bakıyordu. Buralar; Erzurum halkının yazın yaylaya çıktıkları, soğuk gözeleri olan, çayır, çimen arazilerdi. Önlerindeki taşlı tepe, aşılması zor duvar gibi yükseliyor, yollarını kapatıyordu. Kargalar da hep oraya yuva kurmuşlar, çirkin çığlıklarıyla etrafa korku salıyorlardı... DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.