Yaylanın üzerini örten koyu kurşuni bulutlar gitmişti...

A -
A +
 
 
Uzun ve zorlu süren tipi boranlı kış ayları çoktan geride kalmıştı...
 
Nene Gelin’in kocası, arkadaşı Mehmet ile buralara ilk gelişini hatırladı. Ne güzel bir gündü. “Ah! Ah!” Etrafta sağa sola şuursuzca gidip gelenler vardı hâlâ. Gecenin sessizliğine akan merhabalar, doğacak günün umudu muydu, yoksa mecburen verilip alınan rutin işlerden miydi? İşin o tarafıyla uğraşan yoktu. O güne gitti. İki çocuktan maada başkaları da vardı. Herkes ikişerli, üçerli dolaşıyordu. O hatıraları daha dün gibi tazeydi, zaten hiç solmadı ki... Sadece kendi değildi unutulmayan, “Ah o günler! Ah!”
İşte ilk geldikleri o bahar sabahı…
                 PUNGARBAŞI...
Uzun ve zorlu süren tipi boranlı kış ayları çoktan geride kalmıştı. Yaylanın üzerini örten koyu kurşuni bulutlar gitmiş, yerini pamuk kümelerinin bezediği çivit mavisi gökyüzüne bırakmıştı. Menderesler çizerek kıvrıla kıvrıla akan dereciklerin gümüş gibi parıldayan suları coşmuş da coşmuştu… Dağlar, tepeler sarı, beyaz, mavi, kızıl rengârenk çiçeklere bürünmüştü. Uykudan uyanan böcekler, köstebekler, gelincikler yuvalarından çıkarak hayatta ve ayakta kalabilme mücadelesine çoktan başlamışlardı. Karıncalar, uzun kervan oluşturmuş, arılar, rengârenk kelebekler sıcak günlerin uzun sürmeyeceğini bildikleri için mi ne; keyifle uçuşuyorlardı. Meşhur cırcır böceği de sabahın erken saatlerinde ötüşüne başlamış, gece gündüz demeden etrafı çınlatıyordu. Su kuşları, turnalar, leylekler, ördekler, ankutlar, bülbüller, serçeler, sığırcıklar, kırlangıçlar, ah kırlangıçlar!
“Niçin; kırlangıçlar dendiğinde ah çektiğimi merak edenler olmuştur! O zaman söyleyeyim; onlar bana hep Ebabil kuşlarını hatırlatır da ondan. Kâbe’yi yıkmaya gelen Ebrehe’nin ordusunu helak eden o mübârek kuşlara benzetirim bunları. Urus’un, Ermeni’nin üzerine de böyle Ebabiller taş yağdırsaydı da Ümmet-i Muhammed, bu azgın kavimlerin şerrinden halas olsaydı! Ama onlar yağdırmazsa biz yağdırırız taşları, mermileri bu sefer de” dedi, yeniden o bahar gününe döndü Osman Bedreddin Efendi.
Bütün tabiat, söz birliği etmişçesine topyekûn ayaktaydı sanki…
Böyle bir havada ve ortamda hiç evde durulur muydu? Çeperli’de son kalan ihtiyarlar bile yakın bahçelere çekilmişti. Yayladan gelen, karların erimesiyle iyice coşan iki dere, dar kafeslerinde birden uyanan vahşi aygırlar gibi, hiddetli homurtular çıkararak, yaylanın üst başında birbirine karışıyordu. Bütün mahlûkat, gece, gündüz aralıksız devam eden bu su sesiyle uyur, kalkardı.
İnceden inceye bir yelin estiği kırlarda hava açık ve gayet güzeldi.
Huyunu pek sevdiği, birlikte Bevelkâsım köyünde medresede kaldığı Mehmet Abdullah arkadaşıyla “Pungarbaşı” diye isimlendirilen, köye epey uzak mesafedeki ormana doğru; gâh koşarak, gâh yürüyerek güle oynaya yol alıyorlardı.
Yakıcı güneş, kızgın oklarını, üzerlerine üzerlerine yağdırıyor, bazen duran ve bazen yeniden esmeye başlayan kararsız rüzgâr, biraz ferahlatsa da fayda etmiyordu. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.