“İslâmiyet’i, filmlerle anlatmanın mümkün olduğunu anladım..."

A -
A +

Almanya temsilcisi abimizin odalarında, dört veya beş kişi birlikte seyrettik. Abimiz pürdikkatti. Ara sıra; "Allah Allah" dediklerini duyuyorduk. 

 

 

 

Düğün olurken bir yolunu bulup Yönetim Kurulu Başkanımıza;

 

"Efendim, en son yaptığımız evliyâ filminin VHS kopyası yanımda..." dedim, yüksek müsaadelerini alarak takdim ettim. Çok memnun oldular.

 

Almanya temsilcisi abimizin odalarında, dört veya beş kişi birlikte seyrettik. Abimiz pürdikkatti. Ara sıra; "Allah Allah" dediklerini duyuyorduk. Film uzun olmasına rağmen baştan sona kadar, hiç fasıla vermeden seyrettiler. Jenerik akarken: Genel yapım koordinatörü olarak ismimiz geçtiğinde;

 

"Sakın ha ismini sildirme!" diye emir verdiler. Şimdi burada anlatamayacağım pek hususi, fevkalâde güzel kelimelerle iltifat ettiler. Sonra odadakilere dediler ki:

 

“Bunu seyrederken şunu anladım: İslâmiyet’i, filmlerle anlatmak mümkün."

 

Bize dönüp;

 

- Durmak yok, daha çok film istiyorum, çok çok… en az bin tane… tamam mı?

 

- Peki efendim…

 

- En az kaç taneymiş?

 

- Bin tane Efendim…

 

Ellerini iki yana açarak duâ buyurdular.

 

 

 

Bu işler kıskanıldı,

 

Kıskananlar yanıldı,

 

Kimliklere bakınca,

 

Hürmet ile anıldı.

 

 

 

Büyüklerimiz, bütün imkânlarını zorlayarak mensubu olduğu milleti için, insanlık için kendini fedâ ediyordu işte. Büyük paraların harcandığı bu projeleri yapmasaydı belki hiçbir ekonomik sıkıntı çekmeyecek, birçok din, imân düşmanlarının hedef tahtasına oturtulmayacaktı. Ne pahasına olursa olsun, milletin topyekûn ebedî kurtuluşu için hiçbir fedakârlıktan kaçınmadı. Allahü teâlânın vermiş olduğu ömrü dolu dolu, bu uğurda, fi sebilillah, yine Allah rızası için harcamada zerre kadar tereddüt etmedi. İçinde bulunduğu toplumdan kaç kişi bu fedakârlığı yapabilirdi? Evet, sonunda kendini bekleyen hatırı sayılır bir servet, belki dünya ehlinin ifadesiyle ismine yakışır bir şöhret vardı. Fakat O, hepsini Allahü teâlânın rızası için yapıyordu, onun rızasının dışındaki muhteşem yalıları, köşkleri, altınlı, gümüşlü eşyaları, daha neleri, neleri ne yapacaktı ki? Bu fâni dünya yolculuğunun sonunda olabilecekleri düşündü durdu.

 

Büyüklerimizin bu fedakârlığına yakinen şahit olan birisi olarak arkadaşlarımızın ismimi filmlerin jeneriğinden sildirme girişimine hiç üzülmedim. Fakat müessesemizin zararına bir iş yaptıklarının farkında olmamalarına içten içe ağladım...

 

Benim ismimin yazılmayacağını duyan bir setçi, birlikte çalıştığımız filmin jeneriğine ismini; “yapımcı" olarak yazdırmış ve sonra da bir kopyasını alıp kendi filmi olarak Kültür Bakanlığına tescil ettirmiş. Bu fırsat düşkünlüğünü öğrenince beynimden vurulmuşa döndüm. Bu iğrençlik aklımı başımdan almıştı. Kabul edilecek bir iş değildi. Ne ettim, eyledim bu haksızlığı, diğer bir ifadeyle hırsızlığı, filmi geri alarak düzeltmekle şereflendim. Müessesemizin malını yankesicilere kaptırmadık elhamdülillah...

 

Lüzumsuz çıkışlar, yersiz, sığ bakışlar, iftiralar, daha ne can yakıcı ithamlar duyduğumda artık ağlamıyordum. Hayat fena hâlde pişirmişti...

 

DEVAMI YARIN

 

 

 

Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.